Durmuş; Anadolu’nun bağrından, Niğde’den İstanbul’a göç eder. Hemşerisi Bekir’in çalıştığı handa hamallık yapmaya başlar. Han Halit Bey’indir. Halit Bey’in Musevi karısı Nora Hanım akıl sağlığını yitirmiş, bakıma muhtaç bir hayat sürmektedir. CHP’nin tek parti olduğu yıllardır ve Meclis’in çıkardığı Varlık Vergisi kanunu; Musevi, Rum ve Ermeni vatandaşların servetlerini “millileştirmeyi” amaçlamaktadır. Vergiler çok ağırdır. Vadeleri çok kısadır. Ödeyemeyenler Erzurum, Aşkale’ye sürülmektedir. Amaç, gayrimüslim zenginlerin mallarını mülklerini alelacele sattırmak, servetin ucuz ve hızlı bir şekilde el değiştirmesini sağlamaktır. Karısı Nora üzerinden Halit Bey’e de ağır bir vergi borcu çıkarılmıştır.

Yiğidin harmanlandığı Anadolu’dan gelmiş bizim Durmuş, bu fırsatı kaçırmaz, elinden geleni ardına koymaz. Ne de olsa söz konusu olan “hainlerin” malıdır. Başkalarının trajedisi Durmuş’un zaferi olur. Hamal olarak işe başladığı hanın sahibi Halit Bey’in konağından metresine kadar nesi var nesi yok ele geçirir.

“Salkım Hanımın Taneleri”, ANAP’lı eski bakan Yılmaz Karakoyunlu’nun Varlık Vergisi yıllarını anlatan 1989 yılı basımlı romanı. Aynı isimle sinema filmi de yapıldı sonra.

Karakoyunlu, tuttuğum partinin bakanıydı ve onun kitaplarını okumak benim için adeta siyasi bir faaliyetti. Ancak “Salkım Hanımın Taneleri”ni okudu- ğumda bir Türk genci olarak önce utandığımı, sonra yazara içerlediğimi hatırlıyorum. Ne de olsa Anadolu insanın erdemleriyle ilgili onca güzel söz duymuştum. Yakıştıramamıştım, kabullenmek istememiştim.

Ne yazık ki; Durmuş’un ruhu Anadolu üzerinde dolaşmaktan hiç vazgeçmedi.

Malum, devlet bütün gücüyle cemaatin kurumları üzerine gidiyor. Sonuçlanmış hiç bir dava yokken yüzbinlerce insan suçlu hatta “hain” ilan edilmiş durumda.

Okullar polis ablukasına alınıyor. Hiç bir okula sorulmayan sorular soruluyor, yakası açılmadık mevzuat bırakılmıyor. Hemen yanı başındaki okulun sahibi ise kendilerine kayacak öğrencinin hesabını yaparak keyifleniyor. Kerli ferli dershane sahipleri sektörün %20 ’sini oyunun dışında bırakmaya azmetmiş Bakana minnet dolu gözlerle bakıyor.

Türkiye’nin her ilinde devletin ne kadar maliyecisi, vergi müfettişi, bilumum denetçisi varsa cemaatin herhangi bir derneğine üye iş yerlerine çökmüş durumda. Bir arkadaşımın babasının veciz ifadesiyle “Ehliyet ruhsat sormuyorlar. Yazın ortasında kar lastiği ve zincir soruyorlar”. Bozkırın ortasından çıkıp Latin Amerika’dan Afrika’ya iş yapan girişimciler devlet eliyle doğdukları şehirde boğulmaya çalışılıyor.

Dillere destan faziletleriyle göz kamaştı- ran Anadolu esnafı ise yan dükkanda olan biteni ellerini ovuşturarak izliyor. Bitmeyen denetimlerden usanan, kesilen ağır cezalarla sarsılan, işletilmeyen adalet mekanizmalarında hakkını arayamayan komşularının satıp savuşturacağı günü dört gözle bekliyorlar.

Ankara’dan gönderilmiş vali; devletin izansız, adaletsiz, orantısız kuvvetiyle hemşerisini ezerken Niğde’nin, Ağrı’nın, Afyon’un, Manisa’nın, Kütahya’nın eşrafı hiç bir direnç göstermiyor, baskı oluşturmuyor. Sadece izliyor. Ankara yükselirken şehirler düşüyor.

Anadolu’nun Durmuşları ise hâlâ yaşıyor.

 

YENİ YÖN’ÜN NOTU

Bu satırları yazan Güler’in kardeşi de Anadolu’nun durmuşu gibi gözünü karartmış ganimet bekliyor