Bu yazı akademik bir makale olma iddiasında değildir. Daha çok, yaşadıklarım ve gözlemlerim ışığında kolektif hafızanın nasıl şekillendiğini, nasıl bastırıldığını ve bazen en beklenmedik anlarda nasıl yeniden canlandığını dostane bir dille paylaşma niyeti taşır. Teorik kavramları bir çerçeve olarak kullanırken, asıl niyetim bu kavramları yaşanmışlıklarla konuşur hâle getirmektir.
Schrödinger’in Kedisi ve Kolektif Hafıza:
Schrödinger’in Kedisi deneyinde kedi, gözlemlenene kadar hem ölü hem diri durumdadır. Benzer şekilde, travmatik toplumsal olaylara dair hafıza da aktif şekilde anılmadığı sürece, hem mevcut hem de yok olma tehlikesi altında bir durumdadır. Holokost sonrası Yahudi toplumu, “March of the Living” gibi uluslararası anma programları aracılığıyla bu hafızayı canlı tutmuş; buna karşılık bazı topluluklar yaşanan travmaları kurumsallaştıramadıkları için hafıza kaybı yaşamışlardır.
Hafıza Zinciri ve Kimlik Krizi:
Daniéle Hervieu-Léger’in “hafıza zinciri” kavramı, hafızanın kesintisiz bir aktarımla kimliği inşa ettiğini belirtir. Hafıza zincirinin kopması, toplumlarda kimlik krizine yol açar.
15 Temmuz sonrasi yasanan KHK ve tutuklamalar özelinde, sistematik baskı ve anlatı eksikliği hafıza zincirinin zayıflamasına yol açmıştır. Burada Schrödinger’in Kedisi metaforu, hafızanın aktif aktarılmadığında “ölü” hale geldiği bir sosyal durumu açıklar.
Bu bağlamda kişisel tanıklıklar da bu hafıza zincirinin kopuşuna dair çarpıcı örnekler sunar. Yıllarca her konuda beni örnek gösteren akrabalarım, iftira ve asılsız iddialarla tutuklanmamın ardından, “Bir suçu olmasa devlet neden uğraşsın onunla” diyerek sessizliğe gömüldüler. Bu bireysel deneyim, kolektif hafızanın sadece kurumsal değil, aynı zamanda en yakın çevre tarafından da bastırılabileceğini göstermektedir.
Cezaevinden çıktıktan sonra da bu hafızanın yankılarını hayatımın farklı anlarında hissetmeye devam ettim. Bir gün yedi yaşındaki kızımla birlikte bir AVM’ye girmek üzereydik. X-ray cihazının önüne geldiğimizde, küçük elleriyle ayakkabılarını çıkarmaya çalıştı. “Neden çıkarıyorsun kızım?” diye sorduğumda, o küçük ve masum sesiyle şöyle dedi: “Baba, seni ziyarete geldiğimizde hapishane girişinde bu cihazdan geçerken hep ayakkabılarımızı çıkarttırıyorlardı ya…” O anda içimde dönen anaforu, boğazıma oturan çaresizliği tarif etmek çok güçtü.
Ama tüm bu duyguların içinde kendimi bir noktada frenlemem gerektiğini de biliyordum. Çünkü bana öğretilen, “devlete değil; hatayı yapan şahısların tutumuna buğz etmek”ti.
Yıllarca terörü lanetlemiş ve terörün yayılmaması için mücadele etmiş bir insan olarak, bir gün aynı devlet mekanizması tarafından acımasızca “terörist” damgasıyla yaftalanmak, büyük bir iftiranın hedefi olmak çok derin bir kırılmaydı. Ama o kırılmanın içinden geçerken de tutunmam gereken şey öğretilerimizin sükûneti, ahlakı ve teenniyi öğütleyen duruşuydu. Otoritenin hoyrat ve sarsıcı üslubuna karşı, hâlâ insan kalabilmeye çalışarak direnmeye gayret ettim.
Tanıklıkların Hafıza İnşasındaki Rolü
Toplumsal hafıza sadece resmi anlatılarla değil, bireylerin tanıklıklarıyla da kurulur. Sessizliğe itilen, suçlu gibi yaftalanan bireylerin yaşadıkları, ortak bir hafıza oluşturmanın temel taşlarından biridir. Bu tanıklıklar aracılığıyla toplum, baskıya uğrayan grupların insanlık durumuna dair empati kurma fırsatı bulur. Kolektif hafızanın sürekliliği, bu tanıklıkların görünür kılınmasıyla mümkün hale gelir.
Cezaevinden çıktıktan sonra da bu hafızanın yankılarını sürdürdüm. Hayatım boyunca fikir insanı olarak değer verdiğim bir meslek büyüğüm, yıllar sonra bana şöyle dedi: “13 yaşından beri bu vatan için ölürüz demiyor muydunuz? İşte vatan için öldünüz.” Bu cümle, hem sarsıcı hem de düşündürücüydü. Hafızanın nasıl şekillendiğini, kimin neyi nasıl hatırladığını ve bu hatırlamanın hangi duygularla yüklendiğini tüm açıklığıyla yüzüme vuruyordu. Hafıza bazen bir cümlede karşımıza çıkar ve onca yaşanmışlığın özeti hâline gelir.
Bu satırları okuyan bir dost varsa, bil ki hatırlamak bazen iyileşmenin ta kendisidir.
Yazar: Ferit Kara