Şeffaflık… İlk duyuşta herkesin pozitif anlamlar yüklediği ama derinlemesine düşünmediği o sihirli kelime. Sanki bütün kilitli kapıları açıp herkesi özgürleştirebilecek mesihvari bir soluk…

“Olayların Dili” adlı bu yazı kulübümüzde kavramları -hazmı kolay olsun diye- iyice çiğnemeden mideye indirmemeye çalışıyoruz. Çünkü müdakkik nazarlar fark edecektir ki, halkın kanaat önderleri addedilen günümüz dijital şövalyeleri, kavramların içini boşaltıp hem de yarı çiğnenmiş ham hallerini bize ab-ı hayat olarak takdim ediyorlar. Herkesin bu tuzağa dikkat etmesi gerekiyor.

Bu yazı, şeffaflık kavramını, getirdiklerini ve götürdüklerini anlama gayretinden ibarettir ve bir nevi hasbihaldir. Yer yer kavramı eleştirel boyutta ele alan argümanlardan istifade etmeye çalışacağız, yer yer de gerçek hayattan örnekler üzerinde durarak kavramın peçesini hafifçe aralamaya çalışacağız.

Şeffaflığın tarihî serüvenine baktığımızda, Batı’da 1215 Magna Carta’ya dayandırılan “bütçe hakkı” kavramıyla başlayan bu yolculuk, İslam dünyasının asr-ı Saadet toplumunda zaten hayata geçirmiş olduğu bir prensiptir aslında. İlginçtir ki, mesele öncelikle ekonomik hesap verebilirlik zeminde vücut bulmuştur. Günümüzde de bir anket sorusu olarak sorsak ya da yapılan konuşmaların içerik analizini yapsak ortaya çıkacaktır ki çoğunluk, şeffaflığı parasal hesab verilebilirlik olarak anlıyor. Bu türden bir şeffaflık pekala yozlaşmaya karşı ya da ekonomik kaynakları yerli yerinde kullanmak için bir panzehir olabilir. Bu yazıda bu boyut üzerinde durmayacağız çünkü bunun aksini savunmanın fayda getireceğini düşünmüyoruz. Doğru olduğunu da iddia etmiyoruz.

Şeffaflık Hareketi: Korsan Partinin Akibeti

Lakin şeffaflığın günümüzde bir tür istibdat kaynağı olabileceğini ve özellikle sivil toplum için beklenmedik mahzurlar doğurabileceğini görmezden gelemeyiz. İzlanda’da 2012’de kurulup 2016’da parlamento seçimlerinde büyük başarı kazanan Korsan Parti’nin akıbeti ibretliktir. Mutlak şeffaflık vaadiyle yola çıkan bu hareket, bilginin sınırsız paylaşımını kutsiyet mertebesine yükseltti. Ne var ki idealin çetin gerçeklerle imtihanı uzun sürmedi.

Han’ın isabetle tanımladığı üzere, “kamusal söyleme hâkim olan slogan” olarak şeffaflık, tatbikatta ciddi açmazlar üretti. Öncelikle yatay örgütlenme ve topyekûn açıklık ilkesi, karar süreçlerinin felç olmasına yol açtı. Açıklık-mahremiyet dengesinde yaşanan gerilimler, hareketin tutarlılığını zayıflattı. Runciman’ın öngördüğü “şeffaflık tuzağı” da kendini gösterdi: Her şeyi alenen müzakere etme mecburiyeti, sahici tartışmaların kapalı kapılar ardına sürüklenmesine sebep oldu. Şeffaflaşma iddiasıyla başlayan yolculuk, paradoksal biçimde daha gizemli yapılanmaları doğurdu.

STK’lar için en çetrefil mesele, “istenmeyen hedef kitle sorunu” olarak zuhur etti. Tüm bilgilerinizi şeffaflık adına umuma açtığınızda, bunları kimlerin nasıl değerlendireceğini denetleyemezsiniz. İnsani yardım misyonuyla faaliyet gösteren bir kuruluşun stratejik planlarını tamamen ifşa etmesi, hem rakiplerin hamlelerini önceden görmesine hem de asıl faaliyetlerin engellenmesine kapı aralayabilir.

Han’ın “Şeffaflık Toplumu” eserinde vurguladığı gibi, “diğer sosyal değerler pahasına totaliter bir açıklık sisteminden” sakınmak gerekir. Şeffaflık, hesap verilebilirliğin olmazsa olmazı ama etkililik, bireysel mahremiyet ve stratejik düşünce ile dengelendiğinde anlamlıdır. Felsefeci Glissant’ın savunduğu “opaklık hakkı” – her şeyi açığa vurmanın zaruri olmadığı anlayışı – sivil toplum için bir yol gösterici olabilir.

Sonuç

Nihayetinde kritik soru şudur: Hem saydam hem de müessir sivil yapıları nasıl inşa edebiliriz? Toplumsal ideallerimize sadık kalırken, pratik gerçeklerle nasıl barışabiliriz? Radikal şeffaflık, vaad ettiği özgürleşmenin aksine, aslında yeni tahakküm biçimlerinin yeşermesine zemin hazırlayabilir. Modern çağın bu yeni sloganını sorgusuz sualsiz kucaklamadan evvel, sorumlu, dengeli ve bağlamsallaştırılmış bir şeffaflık anlayışını geliştirmemiz elzemdir.

Yazar: Hakan Albayrak