oplumsal zulmün sürekliliği üzerine yapılan analizler çoğunlukla iktidar yapılarının baskıcı doğasına odaklansa da, bu baskının kitlesel düzeyde nasıl meşrulaştırıldığı meselesi üzerinde yeterince durulmamaktadır. Oysa tarihsel ve sosyolojik bağlamda değerlendirildiğinde, her türden despotik yapı yalnızca failin iradesine değil, aynı zamanda geniş halk kitlelerinin tepkisizliği ve bilişsel körlüğüne de yaslanır.

Bu bağlamda, otoriterlik yalnızca yukarıdan aşağıya bir tahakküm değil, aynı zamanda aşağıdan yukarıya bir rıza üretimidir.

Sahtekâr aktörlerin ve art niyetli politik figürlerin güç devşirme süreçlerinde en temel dinamiklerden biri, kitlelerin akıl dışı davranış eğilimleri ve korku kaynaklı konformizmidir. Bilgiye ulaşma araçlarının yaygınlaştığı çağdaş toplumlarda dahi, bireylerin eleştirel düşünceden uzaklaşarak duygusal ve içgüdüsel reflekslerle hareket etmeleri, manipülasyona açıklıklarını artırmakta ve otoriter yapıları beslemektedir. Özellikle kolektif korku, iktidar sahiplerinin araçsallaştırdığı en etkili toplumsal silahtır; zira korku, bireylerin ahlaki sorumluluğu askıya almalarına ve zulme göz yummalarına neden olur.

Sonuç olarak, zulmün sürdürülebilirliği yalnızca baskıcıların eylemleriyle değil, aynı zamanda pasif çoğunluğun sessizliğiyle mümkündür. Akılsızlık ve korkaklık, bireysel zaaflar olmaktan öte, zulmün sistematik işleyişine hizmet eden yapısal birer unsurdur. Eğer bu iki zemin ortadan kaldırılabilseydi, otoriter pratiklerin toplumsal meşruiyet zemini çöker, zulüm ise kendine varlık alanı bulamazdı.

Bu nedenle özgürlükçü mücadele yalnızca otoritenin karşısına dikilmeyi değil, aynı zamanda pasif direnişin psikososyal nedenlerini sorgulamayı da içermelidir.

Yazar: Prof. Dr. Ahmet Bedir