Bu kirli süreç öncesi Türkiye’yi kısaca anlatın deseler muhtemelen herkes Türkiye’nin büyük bir tarihi ve kültürel mirasa sahip bir medeniyetler beşiği olduğunu, sevgi ve barışın tohumları bu topraklarda yeşerdiğini, üç bir yanı turkuaz mavisi denizlerle çevrili ve yeşilliklerin alabildiğince uzandığı coğrafyaya sahip, bütün bu güzelliklerin Türk insanının içine işlediği, bulunduğu coğrafyaya örnek teşkil eden, ekonomik, siyasal ve demokratik alanlarda katettiği mesafelerle dünyada adını sıkça duyuran bir ülke olarak tanıtırdı.

Fakat 17/25 Aralık (2013) süreci ile başlayıp devam eden ve her geçen gün uçuruma doğru sürüklenen Türkiye’nin ve Türk insanın bugünkü hali içler acısı.

Bu uçuruma süreklenme süreci, Dönemin Başbakan’ı ve ailesi, AKP Hükümeti’nin Bakanları, tanınmış işadamları ve bunların etrafında kümelenmiş bir çok insanın boğazlarına kadar içine battıkları yolsuzluk ve rüşvet skandallarının patlak vermesi ile başladı.

Resmen suç üstü yakalanan hırsızlar “hükümete darbe” yapıldığı yalanını ortaya atarak algı çalışmasına başladı. Ve yolsuzlukları aklamak için hukuku ve adaleti değil sandıkları adres gösterdi.
Nerdeyse her gün bir yolsuzluk, rüşvet ve usulsüzlük tapeleri yayınlandı. TÜBİTAK’ın dahi gerçekliğini doğruladığı tapelere suç üstü yakalanan haramzadeler utanmadan “montaj” dedi.
Bakanların koluna yüzbinlik saatler takıp önüne yatıran, kimilerini ayakkabı ve çikolata kutularında dolarlarla rüşvete bağlayan, kimilerine eskort bayanlar ayarlayan Reza soytarısı ülkenin cari açığını kapatan, hayırsever bir işadamı ilan edildi.
Milletin bilmem neresine ne yapacagım diyen küfürbazlara devlet ihaleleri peşkeş çekilip plaketler verildi.
Yurtiçinde bizzat devletin tepesindeki zat(lar)ın kin, nefret ve hakaret söylemleri ülke tarihinde daha önce görülmediği/yaşanmadığı kadar toplum içinde kutuplaşmalara yol açtı.
Yurtdışında komşularla sıfır sorun politikası ile yola çıkanlar bugün Türkiye’yi komşu ülkelerin hepsi ile sorunlu hale getirdi.
Batı ülkeleri ile ilişkilerimiz hiç bir dönem bu kadar sorunlu olduğu görülmedi.
Ülkede her türlü ekonomik, siyasal, toplumsal başarısızlık ve becerisizliklere günah keçisi olarak bir “paralel safsatası” uyduruldu.
Saraylarla, köşklerle, Mercedes’lerle itibar sahibi olunacağını inanlar, dünyada ülke itibarını iki paralık etti.

Ülkede yaşanan olumsuzlukları haber yapan, en ufak muhalif yazı yazan, ülkenin başındakilerini eleştiren herkese vatan haini yaftası yapıştırılıyor ve dava ediliyor.
Ülkenin kalkınması adına büyük yatırımlar yapan, bu ülke için çabalayan işadamları sindiriliyor, şirketleri gasp ediliyor.
Ülkenin en kaliteli eğitim kurumlarına hukuk dışı uygulamalarla el konuluyor.
Gözü dönmüş teröristler ve canlı bombalar elini kolunu sallayarak metropollerde eylemler yapıp, yüzlerce insanın ölümüne vesile olurken, çocuk okutmak için burs veren, ihtiyaç sahiplerine yardım yapan, kurban toplayan hayırsever insanlar terör faaliyeti içinde bulunduğu gerekçesi ile cadı avına maruz bırakılıyor.
Ülkenin bütün kurumlarını ahtapot gibi ellerine geçirip, sadece kendilerine hizmet eden bir araca çevirdiler.
Yargı, yasama ve yürütme paspas olmuş, tamamen hırsızların ve arsızların menfaatleri doğrultusunda kullanılıyor.

Bütün bu olumsuzluklar, hukuksuzluklar ve skandallar karşısında Türk toplumu adeta efsunlanmış gibi.
Bu kirli süreç ilk patlak verdiğinde hırsızların peşinden giden toplumun ilk tepkisi “herkes çalar ama onlar asla” olmuştu.
Boğazlarına kadar hırsızlık ve yolsuzlukların içine batanların pislikleri belgeleri ile ortaya çıktıkça, kendilerini müslüman olarak adlandıran insanların ahlaksız bir şekilde “çalıyor ama çalışıyor” dediklerine şahit olduk.
İşsizlik ve ekonomik sıkıntılarla boğuşan, ay sonunu getirmek için türlü hesaplar yapan milletten alınan vergilerle saraylarda, sırça köşklerde şatafatlı ve lüks hayat yaşayanları başlarına lider/reis tayin edenler, onlara biat edenler, hatta Ümmetin lideri ve halife görenler adeta Stokholm sendromu yaşıyor bu ülkede.

Dindar nesil diye çıktıkları yolda fikir yerine küfür ve hakaret kusan, kindar, kifayetsiz, müptezel ve rezil bir nesil çöplüğüne dönüştü bu ülke.

Kız ve erkek çocukların, iktidar partisine yakınlığı ile bilinen yurtlarda tecavüzcü sapıklar tarafından zorla hayvan pornosu seyrettirilip, uyuşturucu verilip, dayak ve işkenceyle yıllarca tecavüze maruz bırakılması, ana muhalefet partisi liderinin bir AKP bakanı için kullandığı ifade kadar konuşulmuyor bu ülkede.

Herkese eşit mesafede ve tarafsız olmaya dair şerefi ve namusu üzerine yemin eden bir Cumhurbaşkanı’nın her gün bu yeminini yutmasını ve Anayasa’yı hiçe saymasını geçin, başkalarına şeref, namus ve ahlak dersi vermesine alkış tutan milyonlar var bu ülkede.

Şuna yüzde yüz eminim ki;
Yarın Erdoğan kalkıp dinden çıktığını ilan etse, bunu din için ve dinin/ümmetin geleceği adına yaptığına inanacak ve iddia edecek ahmaklarla dolu bu ülke.

Bugün ülkeyi kısaca anlatın deseler, “Ülke değil tımarhane” derim…