Değerli Dostlarım;

 

Tezkiye-i nefis derdine düşmekten ve koca bir mefkure hücuma maruzken kendimi savunmaktan Allah’a sığınırım; çünkü böyle bir davranışı bencillik ve davayı tahkir sayarım. Bu yazdıklarımla nefsimi temize çıkarma değil benim üzerimden Hizmet Camia’sına atılan bir kısım iftiralara cevap verme maksadı gütmekteyim.

 

Ben 1967 yılında Erzurum Ziraat Fakültesini kazandım, 40 yıl Erzurum’da kaldım ve 15.6.2006 tarihinde, Erciyes Üniversitesine (ERÜ) geçtim ve 1 Eylül 2014 tarihinde 26 yıllık Prof olarak emekli oldum.

 

42 yıllık akademik hayatımda, yurt içi ve yurt dışında yayınlanmış 378 adet eserim, sekizinci baskısı yapılan onlarca kitabım bulunmaktadır. 2002-2014 yılları arasında 13 yıl süreyle AKP Hükümeti Tarım Bakanlarının resmen danışmanlığını yaptım. Bu dönemde çayır mera ve yem bitkileri tarımına verdiğim destek de hepinizin malumudur.

 

Emekli olduktan sonra ERÜ Teknopark’ta bir tarımsal danışmanlık firması kurdum, 9 ziraat mühendisi ile birlikte, 18 ay süre ile Kayseri’nin 6 İlçesinde 30 farklı köyde her yere 20 adetten toplam 600 kere gidildi ve her gidişte çiftçilere tarımsal konularda bilgiler verildi.

 

Sizler Beni yakinen tanıyorsunuz ama başıma gelen bazı iftiralardan dolayı yanlış anlaşılmayı engellemek için Sizlere özenle bazı bilgiler vermek istiyorum.  19 Aralık 2015 tarihinde yurt dışına çıkmıştım, 13 Ocak 2016 tarihinde ERÜ teknoparktaki büroma, haber verilmeden, mahkeme kararıyla bir baskın yapılmış ve 14 Ocak 2016 tarihi ile tarafıma yakalama kararı çıkarılmıştır. Bana ve aileme resmi hiç bir tebliğat da yapılmamıştır.

 

Ancak ‘’havuz medyası’’ndan yapılan iftiralar şunlardır;

 

1. Fetö Terör Örgütü üyeliği isnat edilerek, telekulaktan tutuklama,

 

2. Hoca Efendiden geldiği söylenilen bir tesbih,

 

3. Kayseri’deki memurların maaşlarından alınacak himmet miktarlarını belirleme,

 

4. Uzak Doğu İmamlığı,

 

5. Fuat Avni’nin internette yazdığı bilgilerin tamamının temini,

 

6. Üniversitede öğrencilere ve bir tatil beldesinde de velilere eğitim konusunda bazı tavsiyelerin bulunduğu ses kaydı.

 

Eşimi Şubat ayında Kayseri Emniyet Müdürlüğü Terörle Mücadele Şubesine çağırıyorlar. Benim Kocamın suçu nedir dediğinde de yukarıdakine benzer ifadelerde bulunuyorlar. Eşim, bu iftiraların ilk ikisine cevap veriyor.

 

Ben de kalanlarını cevaplıyayım;

 

1. Benim Kocam duyma özürlü, kulaklıkla zor duyuyor, nasıl tele kulak olabilir.

 

2. Hoca Efendi’den geldiği söylenilen bir tesbihten bahsediyorsunuz. Benim Kocamın içkisi, sigarası, kumarı yok. Sadece namazı var. Kırk yıl Erzurum’da kalmış bir insanın, yöresel el yapımı işlemeli namaz tesbihinin suç unsuru gibi gösterilmesini akıl ve vicdanlarınıza havale ediyorum. Kaldı ki, o tesbih gerçekten Hoca Efendiden olsaydı onu daha bir kıymetli kabul ederdik. O tesbih Hoca Efendiden gelse bile suç mu? Ayrıca,  Hoca Efendiden tesbih alanların hepsinin suçlu olduğunu iddia ediyorsanız,  size Hoca Efendi’nin hediye ettiği tesbihi, takkeyi, kalemi taşıyan ama şu anda hala iktidarda bulunan pek çok insan sayabilirim” diyor!

 

3. “Uzak Doğu İmamı” diyorlar. Çin, Endonezya, Malezya, Filipinler, Brunei, Laos, Singapur, Doğu Timor, Tayland, Kamboçya, Pakistan, Moğolistan, Kuzey Kore ve Güney Kore gibi devletlere Uzak Doğu denir. Ben buralara bir kere bile gitmedim.

 

4. “Kayseri’deki memurların maaşlarından alınacak himmet miktarlarını belirleme” diyorlar, bu konu ile hiçbir ilgim yok.

 

5. Sosyal medya fenomeni Fuat Avni’nin internette yazdığı bilgileri temin ettiğimi söylüyorlar. Ben 27 yıllık Ziraat Profesörüyüm ve 378 yayınım bulunmaktadır. Neredeyse doktoradan sonra her aya bir ilmi çalışmamın yanında, Fuat Avni’ye nasıl bu bilgileri sağlıyormuşum, hayret, Ben neymişim de haberim yokmuş?

 

6. Ben 42 yıldır eğitim işleri ile uğraşıyorum. Üniversitede bazı öğrencilere ve bir tatil beldesinde öğrenci velilerine, eğitim ve öğrencilerin istikballeri konusunda tavsiyelerde bulunmam kadar doğal bir şey yoktur.

 

Değerli Dostlarım,

inandığım bütün kutsallar adına yemin ederim ki bunların TAMAMI İFTİRA’dır.

 

Eğer “Hoca Efendiyi tanıyor musunuz?” derseniz, O’nu 48 yıldır tanıdığımı, sizler de bilirsiniz. Bazı kimselerin kendisi, kardeşleri ve çocuklarının, ilk günleri ile başarılı olduğu günleri arasında; yazlık, güzlük, yat, kat, yurt içi ve yurt dışı banka hesapları bakımından çok büyük uçurumlar bulunurken; Hoca Efendinin kendisi ve kardeşlerinin maddi durumlarının, ilk tanıdığım 1967 yılındaki, toplumun fakirlik dilimi ile bugünkü fakirlik dilimi arasında bir farkın olmadığını da çok iyi bilirim.

 

Hoca Efendiyi; Allah’ı (cc) ve Peygamberi (sav) bana tanıtıp, sevdirdiği için, Türk Milletini dünyaya tanıttığı için, ses bayrağımız Türkçe’yi dünya dili haline getirmeye çalıştığı için, dünyanın 170 ülkesinde Türk Bayrağını dalgalandırdığı için, insanlara İslamı sevdirdiği için, Peygamber varisi, ilmiyle amil, yaşamadığını söylemeyen bir zat, Peygamber aşığı biri olduğu için seviyorum ve saygı duyuyorum. Bütün dünya bilsin; eğer O kabul ederse, O’nun talebesi olduğumu söylemek, benim için en büyük bir şeref madalyasıdır.

 

Yıllar önce, İzmir’de yaz kampının yakınındaki ahırdan dolayı kampı saran sinekleri önlemek için ilaç kullanılacağı zaman “Bu hayvanların canına kıymaya hakkımız yok!” diyerek, kampın yerini değiştiren; kampta Davut isimli bir öğrencisi, yakaladığı yılanı, sallayıp belini kırdığı için, “O hayvanı öldürmeye ne hakkın var?!.” deyip ceza olarak onunla bir süre konuşmayan; tuvalete düşen bir karıncayı kurtarmak için yarım saat uğraşan; odasında ölen bir arıdan dolayı 30 dakika ağlayan biri olan Hoca Efendi bugün -haşa- “terörist” ilan edilmektedir. Hayvanat-ı muzırranın dahi hayat hakkını gözetip onlara bile iliştirmeyen birini terörle ananların ve buna inanaların aklından, iz’anından, vicdanından şüphe ederim. Dahası öyle inanıyorum ki, Hoca Efendi’yi terörist ilan edenlerin kendileri, terörden, kandan, irinden beslenen, herkesi kendi gibi bilen gerçek teröristlerdir.

 

Aslında Hoca Efendi, terör için bir panzehirdir.

 

İnandığım mefkureye bağlı bu saygı, sevgi ve irtibattan dolayı, beni cezalandırmak için tutuklama kararı alanlar, idam kararı alsınlar, eğer dar ağacına gülerek gitmezsem namerdim. Ama iftira atmaya hiç gerek yoktu.

 

Benim evli 4 evladım var. Başıma bu iftiralar geldikten sonra, 4 dünürümden sadece biri hanımını gönderdi. Diğerleri korkularından eşime ve bana ne telefon ettiler ne de evime uğradılar. Hazreti İbrahim’in ateşini söndürmek için su taşıyan serçe kuşu misali, herkesin safını belirlemesi lazım. ERÜ Teknoparka’ta kiraladığım büromda 12 aylık oturma anlaşmam vardı. Mahkeme tarafından doğrulanmamış bu iftiradan dolayı, noter protestosu ile büromdan da atıldım.

 

Ben 1 Eylül 1947 doğumlu, 69 yaşında emekli bir öğretim üyesiyim. Bu yaşıma kadar amirlerimden ve resmi makamlardan cezayı bırakın, hiçbir uyarı dahi almadım. Ben vatanımı, memleketimi, devletimi, bayrağımı, dinimi, insanları, her türlü varlığı ve canlıyı seven birisiyim. Yıllarca dağlarda da dolaştım. Fakat başkaları gibi değil; elimde silah yerine hep kalem vardı. Dekara 6-20 kg kuru ot verimine sahip zayıf meraları ıslah ederek 250-1600 kg’a çıkarmak içindolaştım. “Türkiye’nin Çayır Mera ve Yem Bitkileri” isimli renkli baskılı kitabımda yer alan bitkilerin fotoğrafını çekmek için dolaştım. Terörist olarak dolaşmadım.

 

Bu zulüm ve iftira sürecinde Hizmet Camiası’nın ne türlü ifitalara maruz kaldığını kısaca anlatmanın yanı sıra, belki sizler de gıybetimi yaparak günaha girmeyesiniz diye, dahası tarihe önemli bir not düşmek için bu mektubu sizlere gönderme ihtiyacını duydum.

 

Bana, “Suçun yoksa niye teslim olmuyorsun?” diyebilirsiniz. Efendimiz (s.a.v.) Mekke’den Medine’ye bir suçu olduğu için mi, suçsuzluğunu isbat edemeyeceği için mi hicret etti, yoksa hak- hukuk tanımayan barbar putperestlerin şerrinden emin olmak için mi hicret etti? Eğer bugüne kadar tutuklananlara, hukukun hakim olduğu yerlerde olduğu gibi muamele yapılsaydı, ben de cebr-i lutfi hicret etmezdim. Ama “hukukun olmadığı yerde teslim olmak ahmaklık” olduğu için adaletin işleyeceği ana kadar vatanımdan ayrılmak mecburiyetinde kaldım. Bu mazlumiyet ve mağduriyete katlanırken de selef-i salihinin hayatlarına bakarak nefes aldım.

 

Bütün şanı şerefi yüce peygamberler, asırlar boyu salih kullar ve nihayet Ehl-i Beyt dünyanın dört bir yanına zulüm görerek hicrete zorlanmışlardır. Mücedditler, müçtehidler, ulema cebr-i lütfî hicret etmişlerdir. Fakat hiçbiri zulme ve zalime boyun eğmemiş, aksine  “Zalimler için yaşasın cehennem!” demiş; “Cennet ucuz değil, cehennem dahi lüzumsuz değil!” diyerek kükremiş ve zalimin yüzüne tükürmüşlerdir.

 

Türkiye bugüne kadar, nice sıkıntılı günler geçirmiştir. “Küfür devam eder ama zulüm devam etmez.” Zalimin değil de mazlumun yanında yer alanların, iki cihanda da bahtiyar olacağından, bu zulümleri alkışlayanların gelecekte çok ciddi mahçubiyet yaşayacaklarından eminim. Bu günler de geçer inşallah, herkes yaptığından, yapanları sesli veya sessiz kalarak destekleyip veyadesteklemediğinden -Allah’a ve ahiret gününe inanıyorsa- Allah’a hesap verecektir. Bu hesapta yüzümüzün ak olması için bu maruzatı yazarak sizleri bilgilendirmek istedim.

 

Bu vesile ile hepinize sevgi ve saygılarımı sunarım.

KAYNAK: İDEAL HABER