Bülent Arınç’ı kutlamak gerekiyor. Zira lâfını esirgemeden konuşuyor. Son olarak, AK Parti Grup Başkanvekili Bülent Turan’ı ağır bir dille eleştirdi. Turan, önce Anayasa Mahkemesi’nin kararını sevinçle karşıladıklarını söylemiş, ancak, Cumhurbaşkanı Tayyip Erdoğan’ın “Karara uymuyorum”açıklaması üzerine, Anayasa Mahkemesi’ni “yetki gaspı” yapmakla suçlamıştı.
Arınç’ın sözleri yenilir yutulur cinsten değil: “Vicdanını satmışsan, aldığın para karşısında birinin meddahlığını yapıyorsan, bu alçaklıktır. Sen ağaç mısın, ot musun, taş mısın be adam! Fikrini söyle.”
Arınç’ın Erdoğan’a da yönelik sözleri vardı. Ona anayasaya sadakat yeminini hatırlattı. “Bu anayasaya göre Cumhurbaşkanı seçildi. O tarihte, ‘Ben bu anayasayı tanımıyorum’ demesi lâzımdı” diye konuştu. Hatta,“Tanımayrum” şeklindeki meşhur Laz fıkrasından bile bahsetti. Erdoğan’ı, öfkesi yüzünden menfaatini bile fark edemeyen Temel yerine koydu.
Hüseyin Çelik de muhalif çizgisini koruyor. Geçenlerde, AK Parti’nin sürekli dış güçlere atıfta bulunmasını tenkit etti: “Başarısızlık yaşadıkları zaman sebebi dış güçlerde aramak, 3. Dünya ülkelerinin kronik bir hastalığıdır. Başarı söz konusu olunca ‘Bunu biz yaptık’; ayağımız kaymaya başladı mı, işler ters gidince, gelsin dış güçler ve onların yerli işbirlikçileri; gelsin üst akıl; gelsin faiz lobisi; gelsin yabancı istihbarat servisleri. Vesselam… Muz kabuğuna basıp düşsek, bunu ya Amerikalılar, ya İngilizler yapmıştır. Gökten başımıza meteor düşse, dış güçler bunu kasıtlı düşürmüştür.”
AK Parti’deki “meyyit” sessizliği beni doğru endişelendiriyordu. Ama vicdanlar artık tahammül edemiyor; yer yer patlamalar içten içe bir kaynamanın olduğunu gösteriyor.
Benim tavsiyem, Abdullah Gül’ün gelip bir siyasi hareketin başına geçmesinin beklenmemesi. O çekingen halini, belli ki üzerinden atamayacak. Böyle önemli bir görevi, pekâlâ, Bülent Arınç, Hüseyin Çelik, Sadullah Ergin üstlenebilir. Hazırda bekleyen kadrolar mevcut.
AKTroller ya da Havuz medyası “ihanet” diye bağırabilir. Ama, demokrasiye, özgürlüğe, adalete asıl onlar ihanet ettiler. Türkiye, dış dünyada yalnızlaştırıldı; Suriye’de savaşın eşiğine geldi. İçeride ise ilçeler yakıp yıkılıyor; ne huzur kaldı, ne de güven. Yandaş dediğimiz medyadaki kıpırdanmaların sebebi de, zaten bu vahim manzara karşısında vicdan patlamaları.
Yeni bir oluşum beklentisi, hiç bu kadar büyük olmamıştı. Ya MHP’den bir işaret gelecek… Ya da Bülent Arınç grubundan…
SUR’A HAYAT HAKKI
Mazlumder, Sur’daki çatışma bölgesinde mahsur kalan sivillerin tahliyesiyle ilgili bir rapor yazdı. Durumu, devlet yetkilileri farklı, HDP cenahı farklı naklettiği için hakikatin anlaşılması amacıyla, dernek bir orta yol öneriyor. Hükümete göre, orada sivil halk yok, teröristler var ve valilikten yapılan çağrılara rağmen, kimse dışarı çıkmıyor. HDP ise, mağduriyet yaşayan onlarca sivilden söz ediyor.
Mazlumder, tahliyelere yardımcı olmak ve gözlem yapmak maksadıyla bir sivil heyetin bölgeye alınmasını istiyor. Mazlumder’in anlatımlarına göre, 23 Şubat, 24 Şubat ve 26 Şubat’ta Diyarbakır Valiliği, bölgeden çıkmayı arzu eden sivillerin tahliyeleriyle ilgili gerekli kolaylığın sağlanacağını duyurmuş, ancak çatışma alanındaki vatandaşlar, telefon vasıtasıyla, “Sivil heyet gelmezse dışarı çıkmayız. Çünkü, güvenmiyoruz” mesajını iletmişti.
Diyarbakır Valiliği’nin sivil toplum örgütleri temsilcilerinden oluşan bir heyetin gözlem yapmasını kabul etmemesinin sebebi ne olabilir? Diyelim ki, hükümetin iddia ettiği gibi orada bulunan PKK’lılar, baskıyla sivillerin dışarı çıkmasını engelliyor. Her demokratik ülkede tarafsız ve bağımsız arabulucular sorunu çözer. Burada da PKK baskısı mı var? Yoksa devlet korkusu ve güvenlik endişesi mi?
Cizre’de abluka kalktı ve Suriye’yi andıran manzaralar ortaya çıktı. Sur’da da benzer bir tabloyla karşılaşacağımız ortada. İş uzadıkça, tahribat artıyor. Selahattin Demirtaş’ın çağrısını bu bağlamda değerlendirmek gerekir. Öte yandan, böyle bir yürüyüş, 5-7 Ekim Kobanê olaylarında gördüğümüz gibi, provokatif eylemleri de beraberinde getirebilirdi. Ortalık daha da karışırdı. En doğru yöntem, bölgeden tahliyelerin Mazlumder ve gazeteciler denetiminde yapılmasıydı. Lâkin AK Parti iktidarı hiçbir konuda uzlaşma yanlısı olmadığı için, burada da, maalesef reddiyeci bir tavır benimsedi. Yaşam hakkı hiç mi önemli değil?
TAHLİYEYE CEZA
HSYK 2. Dairesi Başkanı Mehmet Yılmaz, geçenlerde bir tweet attı ve HSYK’nın, İzmir Askeri Casusluk soruşturması savcısı Zafer Kılınç ile hâkimiSerdar Ergül hakkında görevden uzaklaştırılma kararı aldığını belirtti. Burada amaç, Askeri Casusluk ve Fuhuş davasına ilişkin son kararı vermek üzere olan İzmir 5. Ağır Ceza Mahkemesi’ni etkilemekti. Mehmet Yılmaz’ın o tweeti, hakikati yansıtmıyordu; gerçek dışıydı. Zira, Serdar Ergül’ün geçici olarak meslekten uzaklaştırılmasının sebebi, Askeri Casusluk ve Fuhuş davası değildi.
Ergül, İzmir Emniyet müdürleri Taner Aydın ile Memduh Tosun’u tahliye etmiş, bunun yanı sıra, şüpheliler Hasan Ali Okan ve Ramazan Karakayalı’nın yakalama kararını ve dosyaları üzerindeki kısıtlama kararını kaldırmıştı. Gene de, Serdar Ergül sadece uzaklaştırma alarak, ucuz kurtulmuş! Şu anda, cezaevinde, sanıkları tahliye ettiği için yatan Mustafa Başer ve Metin Öztürk örnekleri var.
Bu bilgiler ışığında soruyorum:
1) Günümüz Türkiye’sinde hangi hâkim, gönül rahatlığıyla sanıkların tahliyesine hükmedebilir?
2) Gerçeği bile bile HSYK 2. Dairesi Başkanı Mehmet Yılmaz, neden hakikat dışı konuştu? Amacı İzmir 5. Ağır Ceza Mahkemesi’ni etkilemek miydi? Acaba 5. Ağır Ceza Mahkemesi, bunca delile rağmen “Sanıkların suçu işlemediği anlaşıldığından beraatlerine” karar verirken, Mehmet Yılmaz’ın o mesajı hâkimleri etkilemiş miydi?