‘Katil kim?’ sorusunun cevabı az çok belli. Resmî açıklamaya göre ‘PYD-YPG’li Salih Neccar’. En yetkili ağızlardan daha cenazeler ortadayken bombacı ve örgütü deşifre edildi.
Cumhurbaşkanı da söyledi, Başbakan da. Patlama saatler içinde bütün ayrıntısıyla çözüldü. Başsavcı Kodalak ‘Olayı hemen hemen çözdük, devlet büyükleri açıklayacak’ dedi.
Diğer olaylarda pek rastlamadığımız türden ‘acelecilik’ dikkat çekici elbette. Hatırlayın, fail belli olsa bile kamuoyuna hemen duyurulmazdı. ‘Bağlantılarını çıkarabilmemiz için fazla bilgi veremiyoruz’ denirdi. ‘Yayın yasağı’na biraz bunun için başvuruldu. Detayların medyada yer alması istenmedi. Zincirin halkalarına ulaşmak için. Haber yüzünden gazetelerin suçlandığı olurdu. ‘Medya yazdı, elimizden kaçırdık’ diye.
Bu kez devlet en üst düzeyde her şeyi ortaya döküverdi. İsim, fotoğraf, örgüt, trafik… Terör örgütü olarak ‘PYD-YPG’ nazara verildi. ‘TAK’ diye bir başka örgüt de çıktı sahneye. Hepsi PKK’nın türevleri. Adları farklı sadece. PYD-YPG, Suriye’deki PKK. Bunu bilmeyen yok. ‘Katil az çok belli’ derken kastettiğim bu. Evet, katili tanıyoruz.
Bu tip olaylarda tek noktaya yoğunlaşılmaz. Katil ve bağlantılarının tespiti kuşkusuz çok önemli. Peki Ankara patlamasının ‘Sorumluları kim?’ Hesap kimden sorulacak? Sadece bu dönemde değil her kanlı olayda güvenlik ve istihbarat zaaflarına dikkat çekilir. Sorumluların peşine düşülür. AKP’nin aşırı alınganlığını anlamak zor.
‘Zaaf, sorumluluk, hesap’ deyince AKP’nin kimyasının bozulması anlaşılabilir gibi değil. Hele AKperestlerin… İsteseniz de istemeseniz de ‘Sorumlu kim, hesabı kim verecek?’ diye sorulacak. Bugün duymazdan gelebilirsiniz. Ama günün birinde mutlaka karşınıza çıkacak. Hesaptan kaçış yok.
Olayın ilk sıcaklığı içinde henüz acıyı yudumlarken, cenazeler ortadayken, belki bu soru abes kaçabilir. Fakat bugün bu soruların tam zamanı. Başta profesyonel eylem gibi görünüyordu. Ayrıntılarını okuyunca hiç de öyle olmadığını söylemek mümkün. ‘Kusursuz cinayet yoktur’ sadece film repliği değil. Hayatın olağan akışı için de geçerli.
Ankara’nın kalbinde ‘patlayan’ aracın trafiğine bir bakın Allah aşkına. 40 gün önce çalınmış. Binlerce kilometre yol yapmış. İki defa Diyarbakır’a gidip gelmiş. Hız sınırını aşmış, radara yakalanmış, ceza yazılmış. 300 kilo patlayıcıyla Başkent’e girmiş. Düzenek Ankara’da hazırlanmış. Her metrekaresi kameralarla izlenen ülkenin en hassas en güvenlikli bölgesinde, olay mahallinde keşif yapılmış. Sabah ıskalamış, akşama kadar şehir içinde dolaşmış.
Katil Salih Neccar devletin kayıtlarında olan biri. Bu yoğun trafiğin güvenlik ağından nasıl kurtulduğunu anlamak zor. Üstelik bir olay beklentisi de varken. İstihbarat uyarmış. ‘Saldırı olabilir’ diye. Zaten ülkenin içinde bulunduğu iklim her türlü patlamaya gebe. Güneydoğu, Suriye malum. Bu manzara karşısında ‘zaaf, ihmal, kusur yok’ demek mümkün mü?
O zaman ‘Sorumlular çıksın, hesabını versin’ diye haykırmak her vatanseverin en doğal hakkı… MİT resmi yazıyla ikaz ettiyse İçişleri Bakanı niye tedbirini almadı? Ey Efkan Ala cevap? İstifanın bu topraklarda pek işlemediğini biliyorum. Her türlü hata, kusur ne kadar ağır olursa olsun sineye çekilir. Ama artık yeter. Güneydoğu PKK’ya teslim edildi. Şehirlerin silah deposu haline gelmesine göz yumuldu. Terör şehirlerde. Ankara’yı ikinci kez vurdu.
Katil ve arkasındaki örgüte lanet olsun. Fakat yetkililer de çıksın ‘Sorumluluğu üstlensin ve gereğini yapsın’. Cumhurbaşkanı Erdoğan birkaç ay önce Obama’ya şöyle seslenmemiş miydi: “Neredesin ‘Başkan’ diyorum. Biz siyasiler ülkemizde işlenen cinayetlerden sorumluyuz. Halk bize oylarını verirken ‘Benim can güvenliğimi, mal güvenliğimi sağlayacaksın’ diye veriyor.”
Doğru ve yerinde tespitler. Bu sözler herhalde Türkiye için de geçerli. Erdoğan’ın da dediği gibi işlenen cinayetlerin, patlayan bombaların, kanlı saldırıların sorumlusu siyasiler olduğuna göre birileri Ankara’nın hesabını vermek zorunda…