“Serdar Öztürk, İrtica ile Mücadele Eylem Planı’nı, bürosuna benim yerleştirdiğimi iddia etmişti. Oysa aramalara İstanbul polisi katılmadı. Bir başka dilekçesinde, Adnan Oktar’ın bayanları vasıtasıyla belgenin ofise konulduğunu söyledi. Soyut, dayanaksız iftiralar.” “Koç Müzesi’ndeki denizaltıda da patlayıcı bulundu. Fikret Emek’in annesinin evinde de, Poyrazköy’de de… ‘Polis koydu’ diyorlar. Polis kumpas kursa, o kişiye ait adrese yerleştirir. Kaldı ki mühimmata, operasyonlarda ele geçen dokümanlardaki bilgiler sayesinde ulaşıldı.” Ergenekon operasyonu sırasında ortaya çıkan ve dosyaya giren bütün belgelerin sahte olduğunu iddia etmek, psikolojik harekâtın bir sonucuydu. Böylece, dava kökten çökertilmek isteniyordu. Bu amaca hizmet edecek gazetecileri, ya da siyaset adamlarını bulmak zor değildi. Bu bakımdan, Ali Fuat Yılmazer’in dün Kafes Eylem Planı hakkında anlattıkları, çok önemli. En çok tartışılan belgelerden biri de, Bilgi Destek Dairesi’nde görevli Albay Dursun Çiçek’in kaleme aldığı İrtica ile Mücadele Eylem Planı’ydı. Bu belgenin sahte olmadığı, ıslak imzanın Dursun Çiçek’in elinden çıktığı Jandarma Kriminal, Emniyet Krimirnal ve Adli Tıp gibi kurumlar tarafından onaylanmıştı. Ama, Dursun Çiçek, bir türlü gerçeği kabul etmek istemedi. Sadece o değil, avukat Serdar Öztürk de, kendi bürosundaki arama sırasında ele geçirilen İrtica ile Mücadele Eylem Planı’nı “Ali Fuat Yılmazer büroma koydu” dedi.

– İrtica ile Mücadele Eylem Planı, avukat Serdar Öztürk’ün bürosundaki aramada ortaya çıktı. Sonra Serdar Öztürk, bu belgenin sizin tarafınızdan bürosuna konulduğunu söyledi.

Kendisi hakkında şikâyetçi oldum. Dava süreçleri var. Serdar ÖZTÜRK’ün isnatları kesinlikle yalandır ve mahkeme kararıyla da tescillenmiştir. Kısaca özetleyeyim:

DAVALARI KAZANDIK

Serdar Öztürk tutuklanır tutuklanmaz, cezaevinden hemen hakkımda şikâyet dilekçesi gönderdi. “İrtica ile Mücadele Eylem Planı”nın benim tarafımdan bürosuna yerleştirildiğini iddia etti. Daha sonra ikinci bir dilekçede, benim tarafımdan kullanılan Yardımcı İstihbarat Elemanı kriminal şahıslarca, bir başka dilekçesinde de Adnan OKTAR Grubu’ndan bazı bayanların vasıtasıyla bu belgenin ofisine konulduğuna dair iddialarda bulundu. Her seferinde, ayrı ayrı Savcılık makamına bu şikâyet dilekçeleriyle ilgili ifade verdim. Benim o tarihlerde Ankara’ya hiç gitmediğim, bizzat tarafımca çalıştırılan hiçbir Yardımcı İstihbarat Elemanı görevlisinin bulunmadığı, Şube Müdürü olarak asla bu düzeyde ilişkilere girmediğim, Adnan Oktar Grubu’ndan olup belgeleri koyduğu iddia edilen iki bayanla hiçbir tanışıklığımın ve irtibatımın olmadığı, Serdar ÖZTÜRK’ün Ankara’daki avukatlık ofisindeki aramaya İstanbul’dan hiçbir polisin katılmadığı, bizzat savcı nezaretinde Ankara Emniyet Müdürlüğü görevlilerince aramanın yapıldığı konusunda bilgi verdim. Serdar Öztürk’ün şikâyet dilekçelerinin hepsi takipsizlikle sonuçlandı. Ayrıca, hem benim hem de Adnan OKTAR Grubu’ndan oldukları söylenen bayanların Serdar ÖZTÜRK aleyhinde açtığımız davalar kazanıldı. Hiçbir şekilde ciddiye alınmayacak, soyut/dayanaksız iftiralar bunlar.

KROKİLERDEKİ CEPHANE

– Poyrazköy’de ve diğer başka yerlerde bulunan mühimmatın polis tarafından koyulduğu da belirtildi.

Bu iddialar da tamamen asılsızdır. Oralarda bulunan mühimmat, askeri mühimmattır. Polisin koyduğu iddiaları kesinlikle yalandır. Bir de bunlar neden inkâr ediliyor ya da yadırganıyor anlayabilmiş de değilim. Sanki “Türkiye’de asla böyle şeyler söz konusu olamaz”gibisinden bir refleks gösteriliyor. Basbayağı bir “Derin Devlet Cumhuriyeti’nde” yaşadığımızı herkes unutmuş gibi. Sonra, şayet polis “kumpas” amacıyla bu tarz mühimmatı koyacak olsa, niye Allah’ın dağına taşına gömsün. Kime kumpas yapmak istiyorsa ona ait bir adrese koyar ve oradan ele geçirir. Bu mühimmat, ihbar üzerine falan da bulunmadı. Ergenekon operasyonlarında rastlanan dokümanlarda yer alan bilgiler üzerine tespit edilen adreslere gidildi ve mühimmata ulaşıldı. Ergenekon soruşturması kapsamında elde edilen mühimmat, Poyrazköy’le sınırlı değil. Örneğin, Fikret EMEK’in annesinin evinde de 11 kilo C-3 tipi plastik patlayıcı, 1 adet kanas tipi dürbünlü tüfek, 1 adet kalaşnikof otomatik tüfek, 1 adet av tüfeği, M-16 mermileri, 10 adet Makine ve Kimya Endüstrisi Kurumu yapımı savunma ve taarruz tipi el bombası, 2 adet MKE yapımı olmayan el bombası, gaz bombası, sis bombaları, 210’ar gramlık 12 TNT düzeneği, 6 adet yarımşar kiloluk TNT kalıbı, 1 adet 1,5 kilogramlık TNT kalıbı, 1 kilogramlık tahrip kalıbı, naylon torbada ateşleme mühimmat ele geçirilmişti. Ve inkâr da edilmedi. Aynı şekilde; KOÇ Müzesindeki denizaltına patlayıcı yerleştirildiği tespiti üzerine, arama yapmaya gidildiğinde, müzenin güvenlik görevlisi, “Daha önceki bir tarihte denizaltıda, bir poşet içinde plastik patlayıcı bulduğunu ve bunu Kuzey Deniz Saha Komutanlığı yetkililerine bildirerek onlara teslim ettiğini” beyan etti. 14 Kasım 2008’de, müzedeki Uluç Ali Reis isimli eski denizaltıda100 gram TNT içeren 2 burgu fişeği, patlayıcı kalıbı ile 160 santim eski saniyeli fitil ve 6 mekanik fünyeden oluşan mühimmat çıkmıştı. Kuzey Deniz Saha Komutanı Ahmet Feyyaz Öğütçü durumdan haberdar edilmişti. Polis sorumluluk bölgesinde bulunan patlayıcılar, Özel Sat Timi tarafından alınarak Beykoz’daki Sualtı Taarruz Komutanlığı’nda, 17 Kasım 2008’de imha edilmişti. Askeri Savcılık, mühimmatı, denizaltıda eskiden beri unutulmuş kabul ederek soruşturma açmamış, sadece kalıpların imhasına karar vermişti.

YALAN BEYANLA ÖRTBAS

Patlayıcıyı teslim alan görevliler hakkında, Savcılığa suç duyurusunda bulunmadıkları gerekçesiyle soruşturma açıldı. Bu kişiler savunmalarında, “Patlayıcı denizaltının mühimmatıdır; içinde unutulmuştur diye düşündük ve bize teslim edilen patlayıcıyı da imha ettik” diye ifade verdiler. Sonradan, kesinlikle denizaltıların bu tarz bir mühimmatı olmadığı, aksine hiçbir şekilde içine bu türden yanıcı-yakıcı tehlikeli maddelerin sokulmadığı, yaniyalan beyanla olayın örtbas edilmeye çalışıldığı anlaşıldı.

BEKTAŞ’IN BİLGİSAYARINDAN

Öğrencilerin, Rahmi Koç Müzesi’ni ziyareti sırasında bomba patlatılacağının yer aldığı eylem planı, emekli Binbaşı Levent Bektaş’a ait bilgisayarda çıkmıştı. Levent Bektaş’ta, aynı zamanda, Amirallere Suikast ve Kafes Eylem Planı da ele geçirilmişti. Levent Bektaş, Poyrazköy’deki arazide bulanan mühimmatla ilgili soruşturma çerçevesinde tutuklanmıştı.

DÜNDAR’IN KİTABI: ERGENEKON

Can Dündar’ın 1997 yılında yazdığı “Ergenekon: Devlet İçinde Devlet” isimli kitabında, Erol Mütercimler’den naklen Ergenekon şöyle anlatılıyor: “Memduh Ünlütürk Paşa, kendisinin de bu Ergenekon’un içinde olduğunu söyledi ve dedi ki: ‘Ergenekon, Genelkurmay’ın da, hükümetlerin de, bürokrasinin de, her şeyin üstünde bir örgüttür. Yasayla filan kurulmamıştır. 27 Mayıs darbesinden sonra CİA, Pentagon tarafından kurdurtulmuş. Ergenekon’un içinde insanlar, buraya hizmet ederler. Ama vatana ihanet olsun diye değil. Vatanı kurtarıyoruz, vatana hizmet ediyoruz, yararımız dokunuyor düşüncesiyle bu örgüt içinde yer almışlardır. Özellikle Amerika’da kontrgerilla eğitimi görmüş olan, bu kurslardan geçen generallerin bir bölümü, geri geldiğinde bu kontrgerilla içinde yer alır.’ Sonuçta ben daha başka insanlardan araştırdığımda Ergenekon’da şunu gördüm: Bunun içinde subaylar var, Emniyetçiler var, profesörler var, gazeteciler, işadamları, hatta sıradan insanlar var.”

O tarihte ne Cemaat piyasada, ne askere kumpas iddiaları var, ne de AK Parti iktidarda. Türkiye, faili meçhul cinayetlerden yakınıyor ve derin devletten söz ediyordu. Bugün tam bir inkâr zihniyetiyle karşı karşıyayız. Can Dündar’ın da o tarihte yazdığı gibi, Ergenekon Lobi belgelerinde, sivil toplum kuruluşlarından, gazetecilerden ve akademisyenlerden nasıl yararlanılacağı uzun uzun anlatılıyordu. Kara propaganda kitapları yazdırmak, psikolojik harekât siteleri kurmak, Ergenekon faaliyetleri içindeydi. Ali Fuat Yılmazer’in ayrıntılarına girerek anlattığı gibi, başka ülkelerde bu tarz yapılar önemli ölçüde tasfiye edilir ya da yasal sınırlar içine çekilirken, biz ülkemizde bunu başaramadık. Davalar sayesinde, bir noktaya kadar gelinmişti ama her şey 17-25 Aralık yolsuzluk operasyonlarından sonra altüst oldu.

İRTİCA İLE MÜCADELE

İşte İrtica ile Mücadele Eylem Planı’ndan bazı bölümler:

– Laik ve demokratik düzeni yıkarak, şeriata dayalı bir İslâm devleti kurma hayali bulunan AKP hükûmeti ve ona destek veren çeşitli gruplar ile Fethullah Gülen grubu başta olmak üzere, radikal dini oluşumlar hakkındaki gerçekleri gün yüzüne çıkarmak, kamuoyunun desteğini kırmak üzere bilgi destek faaliyetleri icra edilecektir. (Bilgi destekten kasıt, psikolojik harekât ve propaganda. N.I)

“Fethullah Gülenciler gemi azıya aldı, doğrudan TSK’ya saldırıyor” teması işlenecek. Muhafazakâr vatandaşları bile ‘Pes doğrusu, biz de Müslümanız ama FG’ciler resmen TSK’ya saldırmak için provokasyon yapıyorlar’dedirtecek çalışmalar gerçekleştirilecektir. Işık evleri baskınlarında, silâhlı terör örgütü oluşturmak doğrultusunda, silâh, mühimmat, plan bulunması sağlanacak, FG grubu “silâhlı terör örgütü” kapsamına aldırılacak ve soruşturmalar askeri yargı kapsamında yürütülecektir. Silâh ve mühimmatın yanı sıra, Yahudilik, CIA, Mossad, Moon tarikatı gibi oluşumlara ait objelerin aynı ortamda bulunması sağlanacak, bunun yanı sıra, Alevi düşmanlığını körükleyici bilgi ve belgeler de bu evlerde ele geçirilecektir.

– Milli Eğitim Bakanlığı’na ait okul öğrencileri için, ibadet haberlerinin yoğun olarak medyada yayınlanması sağlanarak, Milli Eğitim Bakanı (Hüseyin Çelik) kamuoyu nezdinde yıpratılacaktır.

– AKP mensuplarının ekonomik krize rağmen lüks yaşamlarından taviz vermedikleri yönünde haberler yaptırılacak, bu durumun hem İslâm anlayışıyla hem de halk adamı yaklaşımıyla çeliştiği söylenecektir. AKP içinde ciddi anlamda anlaşmazlık ve bölünmeler yaşanıyormuş şeklinde bir algı yaratılacaktır.

BORU/KÂĞIT PARÇASI

21 Nisan 2009’da Poyrazköy’de Bedrettin Dalan’ın arazisinde başlayan kazılarda 15’i dolu 22 LAW silahı bulunmuştu. Yaklaşık bir hafta sonra basının karşısına geçen Orgeneral İlker Başbuğ’un bu konudaki değerlendirmesi “Bunlar silah değil, boru” şeklinde olmuştu. Bu açıklamadan iki ay sonra, bir başka toplantıda, İrtica ile Mücadele Eylem Planı’nı da “kâğıt parçası” olarak nitelemişti. İlker Başbuğ, Ergenekon ve Balyoz davalarında, olayların üzerini örtmek için kayda değer çabalar harcadı.

Haber Kaynağı: Nazlı Ilıcak / Özgür Düşünce