AK Parti’nin bugüne gelmesinde üç temel direkten birisi olan Bülent Arınç’ın, Taha Akyol’un programında yaptığı çıkış ardından hemen her konuda olduğu gibi toplum olarak iki kesime ayrıldık.
Erdoğan’ın yanında saf tutanlar daha ilk günden salvo ateşe başladı. Ağza alınmayacak laflar ekranlardan, internet ve gazete satırlarından savruldu.
Erdoğan muhaliflerinin tavırları da ikiye ayrıldı.
Birinci grupta yer alanlar, “İktidarı zora sokacak şeyler söylüyor. O halde desteklemeli” tavrı ile Arınç’ın sözlerini çok önemsediler. “AKP’nin sonunu getirecek beklediğimiz hareket bu olabilir” diye sarıldılar.
İkinci grupta yer alan Gülen Cemaati mensupları ise canlarının çok yandığı günlerde Arınç’ın söylediği sözleri hatırladılar. İnsan en çok imdat çığlığına koşacağını var saydığı kişinin tavırlarına gücenirmiş ya. Cemaat mensupları,Arınç’ın yakın geçmişteki umarsız, “Oh olsun, siz de az yapmadınız” tavrını hatırladılar. Ona göre tavır belirlediler.
Ben bu temelde iki, esas itibariyle üç bakışın dışında bir yerden bakıyorum. Onun ne olduğunu anlatmadan önce AK Parti ile ilgili bir düşüncemi paylaşayım.
Adalet ve Kalkınma Partisi homojen bir yapıda değil. Böyle olmasını kimse beklemiyor, olamaz da zaten.
Bu çatı altında birbirinden farklı 3 kesim bulunuyor.
Birinci grup: Gerçek AK Partililer tarafından “şirket” diye adlandırılan bir yapı var. Bunlar, geçmişte her iktidar partisinin içinde kümelenen ve esasında partiye gönül vermese de menfaati bu yapı içinde olduğu için kendine burada yer edinenler.
Bu kesim, yarın AK Parti’nin başına bir şey gelme kokusu aldıklarında yavaş yavaş gemiyi terk edecek olanlar. Lakin şimdi partiyi ve partiye hakim olan Erdoğan’ı canla başla savunmakta.
İkinci grup: “Çete” diye tabir edilen bir yapı. Bu menfaati AK Parti’de olmadan öte bir tür lejyonerlik yaptıkları için sesleri en çok çıkanlar bunlar. Gönülden partiye bağlı olmadıklarını iddia edebilecek durumda değilim. (Bu partiye gönülden bağlılar dediğim anlamına da gelmez) Medyada, siyaset sahnesinde, iş dünyasında bunların pek çok örnekleri var.
Göreceksiniz bu lejyonerler, birinci grupta yer alan “şirket”tekilerden çok daha uzun süre lideri savunmaya devam edecekler. Ben bu grupta yer alanların büyük çoğunluğunun lejyonerliğe leke sürdürecek tavırlar içine kolay kolay girmeyeceklerini düşünüyorum.
Üçüncü grup: Bunlar gerçek AK Partililer. Muhalif kesimden yükselen sesleri bir kenara bırakın siz. Amblemi ampul olan bu yapı içerisinde hiç şüpheniz olmasın en büyük kesim AK Partililer. Hâlâ partinin kahir ekseriyetini bu grup oluşturuyor.
Bu kesimde yer alan partililer, AK Parti’yi hala 14 Ağustos 2001’de yola çıktığı günkü yapı ile görüyorlar, ya da görmek istiyorlar. Bu kesimin önemli bir kısmı daha AK Parti’nin safraları atıp ülkeye önemli hizmetler yapacağına inanıyor.
Bir de bu üçüncü grup içerisinde “sessizler” yığını var. Erdoğan’ın çatışma ortamını sürekli tırmandırmak istemesine rağmen, kendisi “hücuuuum. İleriiiiii!”demesine rağmen hücuma geçmeyen ve hâlâ sessizliğini koruyan çok önemli bir kesim var. Erdoğan’ın saydırdığı yere saydırmıyor, “vurun” dediği yere vurmuyor bunlar.
Yanlış anlamayın. Bunları asla Erdoğan’ın aleyhine konuşurken de göremezsiniz. Eğer bu insanlardan öyle bir tavır bekliyorsanız orada yanılırsınız. Zaten bunlarErdoğan düşmanı falan da değiller.
***
Şimdi tekrar Arınç’ın başlattığı, Hüseyin Çelik, Sadullah Ergin, Suat Kılıç’ın destek çıktığı konuya dönelim.
Ben bu çıkışın AK Parti’ye bir darbe olacağı kanaatinde değilim. Muhalefetin bu kadar pejmürde olduğu bir arenada iktidar partisinin dağılacağını beklemek kanaatimce safdillik olur.
Peki “Hiç mi bir şey olmaz?” diyenlere şunu söyleyeyim.
Elbette olacak. Hem de çok şey olacak.
Ya AK Parti safralarını atarak tasaffi edip 14 Ağustos 2001’de açıklanan ilkelerine geri dönecek, ya da parti sancılı doğum sürecine girecek.
Sizce hangisi olacak?
Benim cevabım belli.
Ünal TANIK / Rotahaber