Türkiye, baş döndürücü gelişmeler yaşıyor.

İç politikada da dış politikada da oluşturulmaya çalışılan algılar ve gerçekler arasındaki makas hızla açılıyor.

***

Can Dündar ve Erdem Gül hakkındaki iddianame kabul edildi.

IŞİD’e götürülen silahların görüntülerini yayınladıkları için hapse atıldılar.

“2 köşe yazısı 1 manşet” için ağırlaştırılmış müebbet isteyen iddianame kabul edildi.

Gültekin Avcı’ya da aynı davadan 7 köşe yazısı için “iki müebbet” talep edilmişti…

Gerekçeler aynı “silahlı terör örgütü ve casusluk”.

Gerçek ise tek: Gazetecileri susturmak, ifade ve yayın hürriyetini yok etmek.

***

Yıllardır, Çözüm Süreci diyerek asker ve polisin operasyon yapması engellendi.

“Silahlar bırakılacak, analar ağlamayacak” propagandası yapıldı.

İmralı’da Öcalan ile masa kurulup pazarlık yapıldı.

Kandil’e özel uçak gönderildiği ortaya çıktı.

“Çözüm süreci, çözülme sürecine dönüşmesin” uyarılarına kulak verilmedi.

Şimdi, şehir merkezlerine aylar süren sokağa çıkma yasağı var.

Yaralanan, hayatını kaybeden gazeteciler ve sivil halkın tahliyesi bile gerçekleştirilemiyor.

Büyükşehir merkezine bile tanklar sokuldu. Suriye’yi andıran harap sokak görüntüleri var.

Çözüm Süreci’ni yürüten iktidarın, ihmal ve hesap hatalarının bedeli çok ağır oldu.

Güvenlik güçlerimiz de sivil halk da neredeyse her gün kayıp veriyor.

Yüz binlerce insan kış ortasında evini yurdunu terk ederek göç ediyor.

Düne kadar barış diyenler, bugün barış isteyen akademisyenleri bile “sosyal linçe” uğratıyor.

***

Dış politikada da durum farklı değil.

Hükümet, Suriye’nin kuzeyinde 3 Kürt özerk kantonunu yöneten PYD hakkında zik zak çizmeye devam ediyor.

PYD, PKK’nın Suriye uzantısı. 4 ülkedeki Kürt bölgelerini kapsayan KCK’nın Suriye kolu.

Başından bu yana böyle…

Ancak hükümet Kobane olayları olduğunda IŞİD’e karşı PYD’ye destek koridoru açtı.

Barzani’nin “Peşmerge” birliklerinin, Türkiye’den kara yoluyla şov yaparak bölgeye ağır silah götürmesine izin verdi.

PYD’ye, ABD’nin havadan açık açık silah atmasına tepki vermedi.

Kobane’de yaralanan PYD mensupları Türkiye’de tedavi edildi.

PYD lideri Salih Müslim, Ankara’da ağırlandı.

Süleymanşah Türbesi taşınırken PYD’den destek alındığı ortaya çıktı.

Şimdi “PYD terör örgütü” deniliyor. ABD’nin de öyle görmesi isteniyor.

“Basra harap olduktan sonra…” diye meşhur bir söz var.

Ankara’nın hava durumuna göre değişen politikalarını kim ciddiye alır?

***

Ankara, önce “terör devleti” dediği İsrail’e “zeytin dalı” uzatmak zorunda kaldı.

Şimdi, Mursi’ye darbe nedeniyle hakkında denilmedik söz bırakılmayan Mısır Devlet Başkanı Sisi’yi ağırlamaya hazırlanıyormuş.

Mursi, hakkında idam cezası verildi. Halen hapis.

İhvan (Müslüman Kardeşler) “terör örgütü” kabul edilip yasaklandı. Liderleri hapis.

İhvan’ın mallarına el konuyor, sivil toplum müesseseleri kapatılıyor.

Meydanlarda “rabia” hareketi yapıp, Esma için gözyaşı dökenler, şimdi rotasyona gerekçe arıyorlar.

“İsrail halkı ve devleti, Türkiye’nin dostudur” diyen AKP Sözcüsü Ömer Çelik gibi, çok yetkin bir ağızdan “Sisi, Mısır’ın seçilmiş ve tek meşru lideridir” beyanatını duyarsanız hiç şaşırmayın!

Önce dış politikayı iç siyaset malzemesi yapıp rayından çıkardılar.

Şimdi onaralım derken çam üstüne çamlar deviriyorlar.

***

Herkes gibi ben de merak ediyorum; Türkiye’ye her alanda bu kadar sıkıntıyı yok yere neden çektiriyorsunuz? Becerisizlik mi yoksa stratejik miyopluk mu?

Akreditasyon uygulandığı için yüz yüze sorma şansım yok.

O nedenle ülkeyi yönetenlere buradan soruyor ve iki soruma cevap bekliyorum:

Birincisi, terörle mücadelede sivil kayıplarını engellemek öncelik değil mi? Doğuda yaşananların ‘duygusal kopuş’a neden olduğunun farkında mısınız?

İkincisi, dış politikada aynı konuda bu kadar ilkesiz duruşun sebebi nedir? Sürekli “U” dönüşleriyle Türkiye’nin itibarını ve ağırlığını bitirdiğinizin de farkında mısınız?