Ortadoğu’da, Suriye örneğinde görüldüğü üzere, Türkiye ile İran’ın çıkarları çatışıyor. Çıkarları bu denli çatışan iki ülkenin rekabetinde, İran’ın binlerce yıllık devlet geleneği, derin ve köklü medeniyeti, Türkiye’ye karşı ciddi avantajları. Her iki ülkenin de menfaatlerine uygun olacak, üzerinde ciddi kafa yorulmuş politikalarla, çatışma yerine uyum elbette hedeflenebilirdi ancak zikzaklarla malul Türk dış politikasının böyle bir kabiliyeti yok. En olmayacak zamanda, tüm Batı’yı karşısına alıp İran yanlısı hareket eden Türkiye, şimdi de en olmayacak zamanda hem Batı’yı hem İran’ı karşısına alan, Suudi Arabistan yörüngeli bir siyasete savrulmuş durumda. Zamanında, İlber Ortaylı Hoca “Belediye kafası devlet yönetemez” dediğinde, ona içerlemiştik. Haklı olduğunu son 2-3 yıldır, hayret ve dehşetle müşahede ediyoruz.

Bu yazıda asıl bahsetmek istediğim, hem İran’ın hem de Suudi Arabistan’ın Türkiye toplumu üzerindeki kalıcı etkileri. Buna sloganik laflar etmenin ötesinde kafa yorulmuyor. Son yıllarda, İran’ın Türkiye’de nüfuz elde etmek üzere yaptığı çalışmaları epeyce dile getiren oldu aslında. Ülkedeki binlerce İranlı şirket ve buralarda çalışanlar yolu ile de İran, nüfuz elde etmektedir. Türkiye’de yüz binlerce İranlı yaşamaktadır. Ve tüm bunlar asimetriktir. Yani, Türkiye’nin İran’da, bunun onda biri kadar insani, ticari, ekonomik ve kültürel varlığı yoktur.

Bütün bunlara rağmen, bu konuları artısı ile eksisi ile geleceğe bakan projeksiyonları ile çalışanlarımız neredeyse hiç yoktur. Onca think tank içerisinde bu konularda somut verilere dayalı geniş ve derin raporlar yayınlayanı yoktur. Konu çok büyük ölçüde sloganlar seviyesinde işlenmektedir.

Şu soruların keşke ciddi ve somut cevapları olsa: İran devleti ve onun bir siyasi enstrüman olarak kullandığı Şiiliğin, Anadolu İslam’ına şu an ne tür etkisi vardır? Anadolu Alevilerine nasıl etkisi vardır? Tarikatlara ne tür etkisi vardır? İslamcılara ne tür etkisi vardır? Diyanet teşkilatına ne tür etkisi vardır? Din ve ahlak bilgisi müfredatına ne tür etkisi vardır? Yayın ve kültür dünyasına ne tür etkisi vardır? Bunlar ille de olumsuzdur demiyorum ama artısı ile eksisi ile ve potansiyel meydan okumaları ile bu konunun çalışılmadığını, ancak ileride somut problemler ya da yeni sosyolojik vs. durumlar ortaya çıkınca, panikle geç ve yanlış işler yapacağımızdan endişe ediyorum.

Yukarıdaki tüm soruları ve endişeleri Suudi Arabistan, Vehhabilik ve Selefilik için de mutlaka dile getirmek ve bunları da araştırmak gerekiyor. Ülkedeki Iran nüfuzundan bahsederken, Suudi Arabistan, Vehhabilik ve Selefilik etkisinden bahsetmemek konuyu eksik ele almak olur. Son zamanlardaki IŞİD’e Türkiye’den katılanlar tartışmalarında gördüğümüz üzere, Türkiye sosyolojisinde Suudi Arabistan, Vehhabilik ve Selefiliğin etkisi giderek artmaktadır. Bunların ilahiyat, diyanet, tasavvuf ve İslamcı camialar üzerindeki etkisi neredeyse hiç konuşulmamaktadır.

Türkiye toplumu bir yandan hızla sekülerleşmekte. Şu an hem modern hayat tarzlarının, teknolojinin, şehirleşmenin vs. etkisi ile hem de AKP’nin İslam’ı istismar eden halleri ile dinden soğuyanların sayısı hızla artıyor. Buna, şu an AKP hayranı olup da daha sonra hüsrana uğrayacak pek çok başka kişi de eklenecek. Ancak, öte taraftan, dindar olmayıp da İslamcı olan, namaz kılmayıp da imam hatiplerde okuyan acayip bir lümpen ve militan nesil yetişiyor. Bu neslin bir kısmında İran ve Şiiliğin, bir başka kısmında Suud, Vehhabilik ve Selefiliğin etkileri olacak.

AKP sonrası Türkiye sosyolojisi çok daha karmaşık ve gergin bir sosyoloji olacak! Maalesef ne devletin, ne akademyanın, ne düşünce kuruluşlarının ve ne de eleştirel düşünceyi ve yeni okumaları boğmaya çalışan ulema nakliyatın bu meydan okumalara karşı bir hazırlığı var!