Bu bir siyasi eleştiri değil.
En azından bendeniz o amaçla yazmıyorum.
Siyasi eleştiriler başka bir yazıya.
Daha ziyade kurumsal meselelere, verilen sözlere, başlangıç noktalarına kafayı takıyorum.
İlk takıldığım Milli Güvenlik Kurulu (MGK) meselesi oldu.
AKP 2002’de iktidara MGK ve benzer mantık ürünü devlet kurumlarının demokrasiyle bağdaşmayacağını öne sürerek geldi.
Dikkatinizi çekerim, MGK gerektiği gibi çalışmıyor, ya da siyasi otorite ile çelişiyor diye değil, kurumsal olarak MGK’nın demokratik hukuk devleti kavramı ile uyuşmadığı, anayasadan çıkarılacağı savı ile oy aldı AKP.
O MGK ki, ustaları, hocaları rahmetli Erbakan’ı başbakan iken şıpır şıpır terleten MGK.
Ama sonra ne oldu, bir baktık ki, AKP için, Erdoğan için, Davutoğlu için MGK’dan iyisi yok.
MGK kurumsal olarak taş gibi orada duruyor, tek fark genel sekreterlik yasası ve artık sivil-asker karışık oturuyor olmaları o masada.
İçinde beş memur olan bir kurul kararlarını hala TBMM’den güvenoyu alan Bakanlar Kurulu’na bildiriyor (Anayasa, Madde 118) ama milli iradeci AKP bundan pek rahatsız değil.
Ama AKP, mesela paralel diye tabir ettikleri bir cemaat ile uğraşırken, MGK’yı ve yargıya bile taşınamayan Milli Güvenlik Siyaset Belgesi’ni (MGSB) kullanmaktan hicap duymadı, senelerdir söyleyegeldiği siyasi söylemeni yalayıp yutmaktan çekinmedi.
Seçmeni de bu yalanlı durumu bu partinin yüzüne vurmuyor, bu da ayrı bir konu.
On gündür Türkiye bir akademisyenler bildirisi ile yatıyor, kalkıyor.
Bu bildiri etrafında yapılan tartışmalardan küçük çocukların argo edebiyatı gelişti.
Bu bildirinin içeriğine, verilen tepkilerin düzeyine girmiyorum, bugünkü konum bu değil.
Ama aynı AKP, bu sefer de söz konusu akademisyenleri cezalandırmak için, 12 Eylül rejiminin, askeri darbesinin en sembolik kurumu YÖK’ü devreye sokmaktan hiç çekinmedi.
Bu AKP değil mi idi, YÖK’ü akademik dünyanın gardiyanı ilan eden, ilk fırsatta kaldırılması gerektiğini söyleyen siyasal parti?
AKP kurucuları ve abileri Diyanet İşleri Başkanlığı’nı (DİB) da “Atatürk, asker, devlet dini bekçisi” ilan edenler değiller mi idi?
Bugün ise DİB, kurumsal yapısında en küçük bir değişiklik bile yapılmadan, AKP’nin, Erdoğan’ın en gözde ve güzide kurumu.
Yaptıkları protokolde DİB’i onuncu sıraya getirerek bakanların önüne taşıdılar.
DİB yürütmenin bir kurumu ama yürütmenin patronları olan bakanların protokolde önünde.
Aynı tuhaf durum Genelkurmay için de geçerli.
Bakanlar da, tüm seçilmişlik vakarları ile, bu duruma ses çıkarmıyorlar.
Yeni ve acayip Türkiye böyle bir şey olsa gerek.
İktidara geçince ve bir ölçüde, üstelik yanlış bir kanı ile, bu kurumları kontrol ettiğini zannetmeye başladığı andan itibaren, MGK’nın, MGSB’nin, YÖK’ün, DİB’in en büyük kullanıcısı, en büyük savunucusu, en büyük taraftarı AKP oluverdi.
Resmi ideoloji, Atatürk milliyetçiliği eleştirilerini de unuttular gitti.
Ben bu durumu çok ayıplı bir durum olarak değerlendiriyorum.
AKP bu tavırları ile bir ilke partisi değil, oportünizm, ihale ve imar değişiklikleri partisi olduğunu kanıtladı.
Gelelim verilen sözlere.
Sayın Erdoğan başbakan iken, Uludere katliamı ve Hrant Dink cinayeti hakkında şu ifadeyi kullandı (internet şahidimdir): “Uludere ve Hrant Dink meselelerinin Ankara’nın karanlık dehlizlerinde kaybolmasına izin vermeyeceğim”.
O gün bu gündür bu meselelerin o karanlık Ankara dehlizlerinden (bu tabir Sayın Başbakan’a-dönemin- aittir) çıkarılmasını bekliyoruz.
“AKP kalıbının partisi değilmiş” derken muradımın bir siyasi eleştiri olmadığını ifade etmiştim.
Getirdiğim eleştiriler sadece ve sadece AKP kurucularının, Erdoğan’ın, kurmaylarının bizlere, Türkiye toplumuna verdiği kurumsal sözlerin yerine getirilmemesinden kaynaklanıyor.
AKP’nin bu yaklaşımıyla yeni bir anayasa yapması ne mümkündür, ne de arzu edilebilir.
Davutoğlu 12 Eylül rejiminin kurumlarının temizleneceğini iddia ediyor.
Bunlar hoş ama, kimse kusura bakmasın, boş laflar.
Bu tartışmaları somuta indirgemek şart artık.
AKP’nin anayasa taslak önerisinde başkanlık sisteminin bulunacağını biliyoruz.
Ama 12 Eylül rejiminin en sembolik iki kurumu, MGK ve YÖK konusunda tek somut laf edilmiyor.
“Bekleyin, göreceksiniz” gibi demokrasilerde olmayacak bir yaklaşım var.
MGK, MGSB, YÖK, DİB gibi eski rejimin en has kurumları anayasada dururken başkanlık sistemi için gerçekleşecek bir anayasa değişikliğine, bir seçmen olarak kendi adıma konuşuyorum, ben yokum.
Böyle bir anayasaya oy verecek AKP seçmenini de çok ayıplayacağım.
Verdiği sözleri bu kadar çabuk unutan, başkanlık dışında her kurumsal dönüşümü ikinci plana atan bir partiye başka ne denebilir?
AKP gerçekten kalıbının partisi değilmiş.





