Hasan Cemal T24 internet sitesinde, Ortaçağ karnalığı ile Erdoğan rejimin yarattığı karanlığı yazdı. Roma Capo de Fori meydanından başladığı yolculuğunu Silivri zindanında bitirdi. Bu yazıda Bruno’da Can Dündar’a Baransu’ya aydınlanma ışığı ile o ışıktan rahatsız olan yarasaların hikayesini bulacaksınız.

İşte o yazının ilgili bölümü:

Roma sokaklarında tarihle baş başa kalır insan.
En çok Campo de Fiori’yi severim.
Gürültülü, gerçek Romalıların yaşadığı, orta yerinde pazar kurulan bir meydan.
Kilise yoktur meydanda ama kocaman bir heykel vardır:
Kitap okuyan bir papaz heykeli…
Gövdesindeki kabartmalar ilginçtir.
Bir mahkemede yargılanan, odunların üstünde yakılan din adamının öyküsünü anlatır.
Engizisyon tarafından ölüme gönderilen bu din adamı, Giordano Bruno’dur.
Tarih, 16 Şubat 1600.
Bruno şafakla birlikte Engizisyon muhafızları tarafından meydana getirilir, sürüklene sürüklene.
Meydanın ortasına tepeleme odun yığılmıştır.
Bir cellat, elinde kocaman ve keskin bir kıskaçla yaklaşır ona. İtalyan filozof, rahip, gökbilimci Giordano Bruno’nun (1548-1600), yakıldığı Campo de Fiori Meydanı’ndaki heykeli
İtalyan filozof, rahip, gökbilimci Giordano Bruno’nun (1548-1600), yakıldığı Campo de Fiori Meydanı’ndaki heykeliBruno’nun dilini koparırken meydanı dolduran halk kendinden geçmiş hâlde haykırır.
Aynı anda bir keşiş, elindeki meşaleyle tutuşturur odun yığınını…
İşte Hıristiyan Ortaçağı…
Bruno ne yapmıştı da bunu hak etmişti? Bu filozof din adamının suçu, kendi çağının ötesinde yaşıyor olmaktı.
Gerçekte tüm dinlerin özünde yatan akla aykırılığı sorgulamaya kalkışmak cüretini göstermişti.
Aydınlanma Çağı’nın öncülerinden biriydi.
Başkalarının kendi adına düşünmesine karşıydı belki de…
Kant’ın “Kendi aklını kullanma cesaretini göster!” diye özetlediği Aydınlanma düşüncesinin sloganına ondan iki yüzyıl önce sarılmıştı belki de…
Başkalarının kendi adına düşünmesini kendine yediremiyordu.
Demek ki Descartes’ın tavsiyesi bir yüzyıl önce onun da aklına düşmüştü:
“Her şeyi sorgula!”
Onun için Giordano Bruno dini ve felsefi özgürlüğü savunmuştu.
Kutsal Kitap’ın yazdıklarını sorgulamış, böylece aklın özgürleşmesine, bilime, uygarlığa giden yolda tarihin hızlanmasına katkıda bulunmuştu.
Ama yakıldı!

Yakıldı ama yükselen alevler de dünyayı aydınlattı.
Hıristiyan Ortaçağı’nın o kopkoyu karanlığını yırtan entelektüel devrim ateşlendi.
İç içe halkalardan oluşan düşünce devrimiyle Batı, Doğu’ya karşı üstünlüğünü kurmaya başladı.

Bruno gibi aydın insanların bağımsız düşünebilmeleri sayesinde, akıl parantezden kurtulmaya ve özgürleşmeye yöneldi.
Eleştirel düşünce, insanlığın ufkunu genişletirken bilimsel buluşlarla 20. yüzyıl boyunca gitgide hızlanarak devam edecek maddi refahın temellerini attı.
Tarihin akışı böyle hızlandı.Demokrasi ve özgürlük böyle gerçeklik kazanmaya başladı.
İşte bunun için ne zaman Roma’ya gitsem, mutlaka Campo de Fiori’de bir kahve içer, Giordano Bruno’nun heykelinin önünde demokrasi ve özgürlük için ödenen bedelleri düşünmeye çalışırım.
Bu kez özellikle kendi memleketimi düşünüyorum.
Özgürlük için ödenen bedeller büyüyor Türkiye’de.
Sevgili Hrant’ı andık hafta içinde.
Sevgili Uğur Mumcu’yu anıyoruz bugün.
Ya şimdi hapiste olanlar?..
Sevgili Can Dündar, Erdem Gül, Mehmet Baransu…
Sur’da, Cizre’de, Silopi’de, Silvan’da, Nusaybin’de yaşanan acılar…
Özgür düşünce diyoruz, 1128 akademisyen hepimizin gözleri önünde linç ediliyor.
Bunun, ‘Ortaçağ karanlığı’ndan ne farkı var?
Bunun, Bruno’yu odunların üstünde farklı düşündüğü için yakan kafadan ne farkı var?
Czeslaw Milosz’un son dizeleri şöyle:

Çoktan unuttu dünya,

Sahipsiz ölüp gidenleri;
Uzak gezegenlerden gelmişcesine,
Yabancı kaldı bize sözcükleri.
Artık bir söylence olacak tüm bunlar,
Ama bir başka Campo de Fiori’de
Sözcükleriyle bir başkaldırı başlatacak ozan,
Yıllar geçince aradan…

Merak etmeyin, bu dünya despotlara kalmayacak.
İyi pazarlar!