Sadece Türkiye’de değil dünyanın pek çok yerinde imzaladıkları bir çağrı metni nedeniyle akademisyenlerin başına gelenler tartışılıyor.

 

Türkiye dışındaki tüm tartışmalar, Cumhurbaşkanı Erdoğan ve hükümet yetkililerinin açıklamalarından sonra bildiriyi imzalayan akademisyenlerin başlarına gelenler üzerine.

 

Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın akademisyenleri hedef alan açıklamasından sonra sadece yargı değil, YÖK, rektörlükler ve emniyet durumdan vazife çıkardı. Akademisyenler, iktidarın işaret fişeğiyle başlayan “cadı avının” kurbanı oldular.

 

1128 imza ile başlayan, gelen tepkiler üzerine imza sayısı artan hatta akademisyen dışında; edebiyat ve gazetecilerin de imza attığı metnin içeriği, bu aşamada önemini kaybetti.

 

HALKA KARŞI SORUMLU OLAN DEVLETTİR

 

Yine de değinelim. Metin özetle, devletin son dönemde Güneydoğu Anadolu bölgesinde “terörle mücadele” adına, ulusal ve uluslararası hukuku ihlal eden yöntemlere tepki veriyor ve barış çağrısı yapıyor.

 

Elbette metni, cümle cümle, pragraf pragraf tartıştığınızda katılacağınız ve katılmayacağınız pek çok görüş olabilir. Ancak metni, var olan bağlam içinde değerlendirdiğimizde içeriğinin büyük ölçüde haklı olduğuna şüphe yok.

 

O yüzden bildiriyi, bir gazeteci olarak şerhlerim olsa da imzalamaktan çekinmezdim.

 

Gelelim metnin içeriğine ilişkin en büyük eleştiriye. Metin, devleti eleştirirken; PKK şiddetini eleştirmiyor ve PKK’ya hiç bir laf söylenmiyormuş.

 

Siz değil miydiniz yıllarca, “devlet ile PKK’yı aynı yerde, yan yana anıp, PKK’yı meşrulaştırmayın” diyen. Siz değil misiniz, “devlet, PKK’yı muhatap almaz” diyen.

 

O halde, bu haksız eleştiriniz neden?

 

İkincisi ve daha önemlisi, bu metne imza atanların muhatabı PKK değil devlettir. İmzacıların, barışı devletten istemeleri, devleti insan haklarına yaraşır davranmaya davet etmeleri, güvenliği sağlamayı devletten beklemeleri kadar doğal ne olabilir?

 

Aylardır “kamu güvenliği” adına başlatılan savaşın, var olan güvenliği de ortadan kaldırdığı açık değil mi?

 

Kamu güvenliğini sağlamanın yolu, sadece silahlı mücadeleden mi geçiyor? Yakın geçmişe kadar çözümün en büyük aracı olan, diyalog, müzakere ve görüşmelere ne oldu? Metni, çözümün şiddet değil diyalog olduğunu hatırlatıyor.

 

Bu açıdan akademisyenlerin muhatabının devlet olması kadar doğal bir şey yoktur.

 

ULUSAL CADI AVI

 

Çağrı metni açıklandıktan sonra imzacılara karşı başlatılan süreç, eleştirinin salt metne olmadığını göstermiştir. İktidar ve iktidarın işaret fişeğiyle hareket geçenler metnin uluslararası alanda yarattığı etkiden daha çok rahatsız olduklarını göstermişlerdir.

 

İmzacıların en yüksek ağızdan Cumhurbaşkanı Erdoğan, Başbakan Davutoğlu tarafından eleştirildikleri gibi, klasik olduğu üzere “hain”, “düşman”, sözde aydın”, “karanlık” ve “öteki” ilan edilmeleri uzun sürmedi.

 

Sadece devleti eleştirdiği, PKK’yı eleştirmediği için tepki gösterilen metin bir anda“suç nesnesi” haline getirilerek eleştiri, düşünce ve ifade özgürlüğü yok sayıldı.

 

“Yetkilileri” göreve çağıran iktidara, yargı, YÖK, rektörlükler ve emniyet hemen yardımcı oldu. İmzacı akademisyenler hakkında önce YÖK, sonra rektörlükler ve nihayet yargı ile emniyet harekete geçerek, kimisini açığa aldı, kimisini göz altına alıp serbest bıraktı, kimisine yurt dışına çıkma yasağı koydu.

 

Kısaca tüm Türkiye’de imzacılara karşı cadı avı başlatıldı. Gazete köşelerinde, “bu akademisyenlerin derslerine girmeyin” çağrısı yapıldı. İktidarın gönüllü destekçiliğine soyunan mafya liderleri, bildiri imzacılarına “oluk oluk kanınızı akıtacağız, kanınızla yıkanacağız” tehditleri savurdu, hedef gösterdi.

 

NE DÜŞÜN NE AÇIKLA

 

En basit biçimde düşünce ve ifade özgürlüğünün kullanılması karşısında gösterilen bu tahammülsüzlüğü, “metinde PKK hiç eleştirilmiyor” ile açıklamak mümkün değil.

 

Akademisyenlere karşı Türkiye genelinde başlatılan cadı avı, Erdoğan’ın Gezi’den itibaren başlatmış olduğu toplumsal kutuplaşmada yeni bir cepheden başka bir şey değil. Nitekim, Erdoğan’ın açıklamasından hemen sonra karşı bildiri açıklayan Erdoğan/devlet yanlısı akademisyenler gördük.

 

Elbette üniversiteler YÖK/devlete bağlı olduğu için eleştirel olanların, bu metne imza atanların kısa vadede hiç şansı yok.

 

Ama, başlayan bu cadı avı, Türkiye’nin süreklendiği “tek adam” rejimine ve otoriterleşmeye bir adım, hem de büyük bir adım anlamına geliyor.

 

Erdoğan’ın eleştirmesiyle başlayan soruşturma, açığa alma ve göz altılar, Türkiye’nin giderek büyük bir açık cezaevine dönüştüğünü gösteriyor.

 

Daha da önemlisi, içerde ve dışarda bu algının pekişmesine katkıda bulunuyor. Çünkü akademisyenlerin başına gelenler, metnin içeriğini de meşrulaştırmaktan başka bir işe yaramıyor.

Haber Kaynağı: Haberdar