Etyen Mahçupyan, durum tespiti yapmış: “Erdoğan’la aynı gün fikir değiştirecek bir amigo kümesiyle karşı karşıyayız. Ne var ki, bir fikrin toplumsal kabulü, o fikrin taşıyıcılarının tıyneti ile de yakından bağlantılı. Böyle bir grubun görünür hale gelmesi, hedefin de kalitesizleşmesine neden oluyor. Ama belki de daha önemlisi, doğrudan AKP’nin kalitesi açısından kalıcı bir olumsuzluk üretiyor.”
Mahçupyan “Erdoğan’la aynı gün fikir değiştirecek amigo kümesi” derken, acaba bu isimlerden bazılarını kastediyor olabilir mi?
– Melih Altınok: Hakkâri’de ölen bir askerin babası, kameraların karşısında şov yapıyor. “Bu aldığım en güzel babalar günü hediyesi.” Hediyeymiş dangalak. (21 Haziran 2010)
– Melih Altınok: Apo başkan, PKK şampiyon. (16 Ağustos 2010)
– Melih Altınok: Bazı noktalarda farklı düşünsek de demokratik özerklik talebini destekliyorum. (22 Ağustos 2010)
– Hilal Kaplan: Kolluk güçleri tarafından öldürülen çocuk sayısı Canan ile 351 olmuş. Yarın 19’da, Taksim tramvay durağında eylem var. Gel bir göz de sen ol. (24 Temmuz 2010)
– Hilal Kaplan: “Sarı-kırmızı-yeşil… Sarı-kırmızı-yeşil… Sarı-kırmızı-yeşil… Sarı-kırmızı-yeşil…” (8 Mart 2011)
– Cemile Bayraktar: Çocuklar ölmesin! Bir göz de sen ol. Kürt çocuklarının kolluk güçlerince öldürülmesine son verilmesi, çocuk katillerinin yargılanması için eylem. (23 Temmuz 2010)
– Yıldıray Oğur: “Öcalan’ın mektubunu bugün camide Cuma hutbesi diye oku. Kimse fark etmez.” (22 Mart 2013)
***
Bu isimler, kendilerinin dün söylediklerinin benzerini tekrarlayanlara şimdi “hain” diyor. İşte, Tayyip Erdoğan’ın yeni “dava arkadaşları…”
VİCDAN PATLAMASI
Gün geçmiyor ki, iktidar cenahında bir vicdan patlaması yaşanmasın. Mehmet Ocaktan, Tayyip Erdoğan’a en yakın isimlerden biri. AK Parti milletvekilliği de yaptı. Yolsuzluk olayları ortaya çıkınca, o da bunu, “paralel darbeye” bağlamakta beis görmedi.
En son Akşam gazetesinde Genel Yayın Müdürlüğü koltuğundaydı. Ethem Sancak onu işten çıkardıktan sonra, karar. com’da yazmaya başladı. Son yazısında Türkiye’yi tasvir ediyor. Bence bu bir nevi “Çamura battık; batıyoruz” çığlığı:
“…Sadece diktatörler ve zalimler değil, küçük diktatör taslakları, dünya malına tamah etmiş azgın paragözler, siyaset hokkabazları, entelektüel züppeler hayatımızı daha da çekilmez hale getirmek için adeta yarış halindeler. Hiçbirinde gözümüz yok, istedikleri kadar mal biriktirebilirler, makam, mevki ve para için yalakalıkta zirve yapabilirler, ihaleleri de gönüllerince paylaşabilirler… Adeta bir kötülük imparatorluğu inşa etmek için yarışan bu küçük şarlatanlar, her gün şiirlerimize, şarkılarımıza, kalbimize nüfuz ediyorlar ve hayatın bütün renklerini solduruyorlar. Öyle bir zamanın içindeyiz ki dine, hayata ve hikmete dair bütün değerlerimizi makam, mevki ve servet için tedavüle sokar hale geldik. Oysa bize, mukaddes bildiğimiz değerlerin böylesine süfli işler için kullanılacağını öğretmemişlerdi.”
Mehmet Ocaktan, davadan döndü mü ne! Öyleyse vurun kahpeye!!!
SİZİ RESET PAKLAR
1128 kişilik Barış İçin Akademisyenler adlı girişime karşı, yandaşlar da Türkiye İçin Akademisyenler grubu oluşturdu. Bu grup, Güneydoğu’da devletin duruşunu onaylayan bir imza kampanyası düzenledi. “Türk milletinin gerçek duygu ve düşüncelerini temsil ediyoruz. Sur’da, Silvan’da, Nusaybin’de, Cizre’de, Silopi’de ve daha birçok yerde yapılan operasyonlara destek veriyoruz” dediler.
Ama gelin görün ki, bazı öğretim üyelerinin, listeye izin almadan dâhil edildiği ortaya çıktı. Meselâ Fatih Yaşlı ve Can Irmak Özinanır, “Bize sorulmadan adlarımızı yazmışlar” diye açıklama yaptılar. Nasıl olduysa, Bilal Erdoğan’ın ismi de, Rabia Üniversitesi’nde “profesör” sıfatıyla aynı listeye girmiş.
1128 akademisyeni itibarsızlaştırma çabaları, sonuçsuz kaldı. Türkiye İçin Akademisyenler grubu, ancak 150 isim toplayabildi. Yukarıda örneğini verdiğimiz gibi bazıları da sahte. Bunun üzerine, o isimlerin yayımlandığı site, “bakıma” alındı. Tıpkı Diyanet İşleri’nin “Fetva sitesi” gibi…
Bir tavsiye: Önce şu çatışmacı ve iftiracı zihniyeti bakıma alın. Siteleri kaldırmak yerine, kendinizi “resetleyin.”
DEMOKRASİ VE ELMA ŞEKERİ
Erdoğan’ın, 1128 akademisyen için sarf ettiği “Aydın müsveddesi, cahil, ihanet çeteleri” gibi hakaretler yetmedi, YÖK de “Teröre destek veren bildiri” için harekete geçti. YÖK, otoriter rejimin manivelalarından biri. Darbe anayasasının bize hediyesi; öğretim üyelerinin seslerinin çıkmamasının teminatı.
Siyasi iktidarın bunun gibi başka araçları da var. Biri HSYK, diğeri Sulh Ceza Hâkimlikleri, bir başkası Vergi Dairesi…
“KIPIRDARSAN YAKARIM”
Özgürlükleri, ancak kurumları demokratikleştirdiğimiz takdirde muhafaza edebileceğimiz daha iyi anlaşıldı. Meselâ gazeteciler sendikalı olsaydı, bu kadar kolay işlerine son verilemeyecekti. Hatta, patronun bile eli rahatlardı. 2000’li yılların başında AK Parti iktidara gelir gelmez, üniversiteleri özerkleştirmeye çalıştı. Ama o tarihte YÖK, Kemalist ulusalcı bir nitelikteydi. AK Parti’nin değişiklik girişimlerine karşı, rektörler Genelkurmay Başkanı Hilmi Özkök’e ve Jandarma Genel Komutanı Şener Eruygur’a gidip destek aradılar. Oysa bugün üniversiteler özerk olabilseydi, öğretim üyelerinin sesi daha fazla çıkacaktı. Aynı şeyi Hâkimler ve Savcılar Yüksek Kurulu için de söyleyebiliriz. Eğer HSYK, iktidarın güdümüne girmeseydi, yargı bağımsızlığını ve adaleti sağlayabilirdik. Eğer Anayasa Mahkemesi üyelerinin tümü, Meclis çoğunluğu ve Cumhurbaşkanı tarafından seçilmeseydi, Yüksek Mahkeme, Sulh Ceza Hâkimliklerinin anayasaya aykırı olduğu kararını verebilirdi.
Hâlâ seçim barajı devam ediyor, hâlâ partilerin içinde demokrasi yok. Üstelik, seçimleri kaybedenin aklına istifa etmek de gelmiyor.
Demokrasinin düzgün işlemesini demokratik kurumlar ve kurallar sağlar. Bunları bir bir yok ettik; elimizde sadece elma şekerinin sapı kaldı.
CEHENNEM
Bir tweet dikkatimi çekti:
“Rüşvetin adı hediye, yolsuzluğun adı humus, zinanın adı muta, ‘Çocuklar ölmesin, analar ağlamasın’ çağrısının adı terör, Güneydoğu’daki iç savaşın adı, devletin bekası olmuş. Ama cehennemin adı hâlâ CEHENNEM”
ÖĞRETİLMİŞ ÇARESİZLİK






