Image processed by CodeCarvings Piczard ### FREE Community Edition ### on 2014-11-18 14:39:05Z | http://piczard.com | http://codecarvings.com

Polislik yaptığım on yedi yılın on beş yıllık bölümünde Ankara, Diyarbakır ve İstanbul’da Türkiyenin gündemindeki yolsuzluk operasyonlarının bir çoğunun mutfağında bizzat yer aldım.

17/25 Aralıkta darbe şoku yaşanmasının sebebi, emniyet müdürü, vali ve bakanın konudan haberdar edilmemiş olması idi ki, bu hem kanunlara uygun idi hem de öneyatanlarla bilgi verilmesini bekleyenlerin kesişim kümesindeki malum zatın içler acısı durumu nedeniyle soruşturmanın gizliliği için alınmış isabetli bir karardı.

Aslında 17 /25 in yıllarca bizzat mutfağında bulunduğum yolsuzluk operasyonlarından 3 temel farkı vardı.

1- Devletin en üst kademesindekiler, önceden öngörülmeyen bir şekilde soruşturmaların öznesi haline gelmişlerdi.

2- Yolsuzluk yaparak elde ettikleri çıkar; Cumhuriyet tarihimizde eşi benzeri daha önce görülmemiş miktarlardaydı.

3- Bu sebeplerle biz de bu beyefendilere ” Sizleri yakalamaya geleceğiz ” diye önceden haber vermemiştik.

Bu kadar fırtına kopartılmasının sebebi bu farklılıklardı.

Soruşturmaların yapılış şekli ve uyguladığımız takip yöntemleri itibariyle de diğer operasyonlardan başkaca da hiçbir farklılık yoktu.

Peki bu operasyonları yaparken yaşadığımız sıkıntıları diğer operasyonlarda hiç yaşamadık mı ?

Yaşamaz olur muyuz hiç ?

Yıllar önce yaşadıklarım aklıma geliyor.

Bayındırlık Bakanlığındaki ihale yolsuzlukları nedeniyle bir bakanın Yüce Divana gönderildiği “Vurgun Operasyonu” nda dönemin Ankara Emniyet Müdürü Hasan Yücesan’ın , rüşvet çarkının göbeğinde olması nedeniyle gözaltına aldığımız dönemin bakan müsteşar yardımcısını ben sorgularken gelip onun önünde henüz komiser yardımcısı iken beni fırçalayıp, “hepinizi görevden alırım” diye tehdit etmesinden mi başlasam ?

Yoksa Çapkın’ ın büyük yolsuzluk dosyaları hakkında ” Ya bırakın dinlemeyi, takibi falan, gönderin müfettişlere baksınlar ” dediği dosyalardan mı başlasam ?

Devletin ihalelerde milyarlarca lira zarara uğratıldığı tespit edilen çok sağlam delillendirilmiş dosyalarla ilgili bazı bürokratlar ve işadamlarına operasyon başlatmadan önce; “bu dosyayı operasyondan önce ilgili bakanlarına söylesek, kamuoyunda biz onlara operasyon çekiyor gibi olmasak da onlar çürük elmalarının temizlenmesini önceden bizden istemişler gibi yaparak lanse etsek, böylece siyasetçilerin tepki ve hışımlarından sıyrılsak ” denilen dosyalardan mı başlasam ?

“Seçimden önce aman bir operasyon yapmayın haa” diye talimatlar veren başkandan mı başlasam ?

En iyisi en basit bir olaydan bahsedeyim.

Adli kolluk sıfatıyla savcılara karşı yükümlülükleri ; bir A5 dosya kağıdı ile 5 dakikada tayinini yapan ita amirlerinin astı konumunda olması nedeniyle de emniyet müdürü ve valiye karşı sorumlulukları olan bir polisin yolsuzluk operasyonlarında iktidardan haklı olarak çekinen emniyet müdürleri ile yargı arasında nasıl tost ekmeğine döndüğünü sizler takdir ediniz.

Diyarbakırda Mali Suçlar Büro Amiriydim. Şehirde sahte doktor raporları ve reçetelerle SGK ‘nın dolandırıldığına dair vakıalar vardı.

Şehrin kenar mahallelerinin çöplerinde, Dicle Nehrinin kenarında bir çok ilaç bulunmuştu. Üstelik bu ilaçların son kullanım tarihleri de henüz dolmamıştı. Anlaşılan eczacılar ilaç küpürlerini devlete fatura ederek paralarını almış, ilaçları da çöpe atmışlardı.

Ortada gerçekten hastalar ve bir tedavi de yokken, sahte raporlar ve reçetelerle devletimiz soyuluyordu.

Bu ilaçların çöplerde, nehir kenarında bulunması da yerel basında gündem oluyordu.

Biz bu ilaçların son dönemlerde hangi ecza deposundan en çok hangi eczaneler tarafından talep edildiğine dair kapsamlı bir analiz yaparak şehirdeki toplam 220 eczane arasında şüphe çeken 3 eczaneyi tespit ettik ve yakalama yapmadan takibe başladık.

Sağlık karnesi sahibi, eczacı ve doktorun hep birlikte hareket etmeden işlenmesi mümkün olmayan bu soygunda benim amacım ilgili herkesi ve ilişkileri deşifre edip yakalayarak adalete teslim etmekti. Fakat bu uzun süreli sabır ve titizlik gerektiren bir çalışma idi.

Bu çalışma devam ederken şehirde yine buluntu ilaçlarla ilgili haberler çıktıkça emniyet müdürü bizi bir an önce operasyon yapmamız için sıkıştırıyordu.

Çalışma çok güzel bir aşamaya geldi. SGK müfettişlerinden de yardım aldığımız bu konuda, aralarında doktorlar, 77 eczacı ve çalışanlarının içinde olduğu büyük bir yolsuzluk operasyonu hazırlamıştık.

Şehirde sağlık sektöründe yapılan yolsuzluklara yönelik ilk defa bu ölçekte büyük bir operasyon dosyası hazırlamanın ve devleti soyanların adalete teslim edilmesi görevini layıkıyla yaparak maaşlarımızı haketmiş olacağımızın vicdani rahatlığı içerisindeydik.

Ama ortada bir sorun vardı. Bu eczacıların içinde öyle bir isim vardı ki önceden “bir an önce operasyonu yapın” diyen il emniyet müdürü onun ismini görünce geri vitese takmaya başladı. Bana defalarca adamın dosyadaki durumu soruldu.

Anlata anlata bıktım. En son şube müdürüme dedim ki ” Çalan O, hesap veren benim, yeter artık bu adamı bana bir daha sormayın”

Adamın tek özelliği kudretli bir AKP li olmasıydı. Başka da bir özelliği olmayan azılı bir yolsuzdu.

Dosya gidip bir AKP liye dayanınca Emniyet Müdürünün neşesi kaçtı.
“Savcıyla görüşün, şöyle olsun, böyle olsun” dedi ama ben savcıyla görüşerek durumu izah ettim ve savcı da takdire şayan bir şekilde bildiğini okumaktan vazgeçmedi ve gereği ne ise o yapıldı.

Savcı benim bu konulardaki hassasiyetimi bildiğinden benimle konuşurken nezaketini hiç bozmadı ve bana olan güveni nedeniyle işin altında bir bit yeniği aramadı.

Ama başka konularda Emniyet Müdürlerinin bu tarz talepleriyle ilgili başka savcıların ” Hayırdır, müdürünüze söyleyin, polisliği bıraksın, savcı olsun o zaman” diyerek tersledikleri meslektaşlarımı da biliyorum.

Emniyet Müdürleri de eğer savcılar bu tarz talepleri geri çevirirlerse operasyon süresince bizi diken üstünde tutuyorlardı ki bizim il emniyet müdürü de 10 gün boyunca bize bu kabusu yaşattı.

” Bana bak aslanım, işinizi sağlam yapın, ben size söyleyim, asla sorumluluk kabul etmem, top sizde ! ”

Yani bunun ” siyasetçiler beni ısırıp bir kurban isterlerse sizi önlerine atarım” demek olduğunu anlamak için çok ZEKİ olmaya gerek yok.

Görüyorsunuz durumun vehametini değil mi ?

İşte bizim halimiz buydu. İş gidip bir AKP liye ya da bir hayırsevere (!) dayanınca adamlar nasıl ve ne kadar çalarlarsa çalsın, suçlu bizmişiz gibi önce hep biz hesap veriyorduk.

Siyasilerin hışmından çekinen emniyet müdürlerimizin düşürüldüğü bu vahim durumları aslında anlayışla karşılamamız da gerekiyor.

Türkiyede yürütmeden bağımsız, tamamen adli yargıya bağlı adli bir kolluk teşkilatı kurulmadıkça bu sorunlar hep yaşanmaya devam edecektir ama maalesef siyasiler de bu sorunun nimetlerinden faydalanmaktan hiçbir zaman vazgeçmeyeceklerdir.

Şimdi merak ettiniz.

Bu eczacı ile bu Emniyet müdürü kimdi diye değil mi ?

O eczacıyı Diyarbakırlılar çok iyi bilirler.

O Emniyet Müdürü de şu an siyasetin kendinden çok memnun olduğu ve önemli bir makam ve görevler verdiği bir isim.

Biz O’nu çok iyi biliriz,

O da kendisini çok iyi bilir.

Şimdi benimle karşılaşınca sırtını dönen değerli ve çok ZEKİ bir meslek büyüğü..

Ayrıca halen bu yolsuzluk operasyonlarının zamanlaması hakkında dersane tartışmalarını gündeme getirenlere de aşağıdaki yazımı dikkatle okumalarını tavsiye ederim.

https://www.facebook.com/yasin.topcu.50/posts/10153824210854734