Türk medyasının genetik özelliğidir, bilgi sahibi olmadan fikir sahibi olmak. ABD’de doktora yaparken aldığım burs ancak geçinmeme yettiği, bir uçak bileti almama yetmediği için 5 yıl Türkiye’ye dönememiştim. 5 yıl sonra döndüğümde ülkemle ilgili o zamana kadar farkına varmadığım çok ilginç gözlemler edinmiştim. Türklerin ekseriyeti tahminini bilgi sanar. Bu nedenle Türk halkının bilmediği tek şey “bilmiyorum” demektir. Örneğin İstanbul’un bir semtinde E-5’e nasıl çıkabileceğinizi sorun. Hayatında araçla E-5’e hiç çıkmamış olan da, o mahalleye yeni gelmiş birisi de size E-5’e nasıl çıkacağınızı tarif eder. Tabii ki tarifler tahminidir.

Bu, sadece görece önemsiz konularla ilgili bir durum da değildir. Sadece sıradan halkın davranışı da değildir. Gazetecisi de böyledir, imamı da, siyasetçisi de. Örneğin sadece filimlerden gördüğü Amerika hakkında Amerikan uzmanı gibi konuşan bir gazeteci kitlesi görürsünüz. Televizyonlarda size ABD siyaseti anlatanların %99’u İngilizce bilmez, Amerikan medyasını bile takip etmeden, Amerikan politikası anlatır.

Türk-Amerikan ilişkilerine dair bir şeyler söyleseler durumlarını bir nebze tolare edebilirsiniz. “Türk tarafı böyle düşünüyor” deyip cehaletlerine “hafifletici neden” bile bulabilirsiniz. Ama bunlar onunla da yetinmez. Doğrudan Amerikan iç politikasına dair yorumlar attırmaktan bile uzak durmazlar. Amerika’da yaşayıp bizzat Amerikan politikasıyla ilgilenmeyenlerin bile anlamakta zorlandığı karmaşık plitika dengeleri konusunda pırt diye görüşler sıralarlar.

 

Sonra onların saçma sapan “görüşleri” sosyal medyada farklı versiyonlarda karşınıza çıkar. Saçmalıklardan kafayı yememek için verilmiş sadakanız olmalı.

Son zamanlarda Amerika’ya dair tüm bigisi Manhattan’ı ve belki Washington DC’yi turist olarak görmekten ibaret gazeteciler afilli cümlelerle Trump’ın görevden alınacağını, yerien gelenin daha kötü olacağını yazmaya başladılar bile.

Peki Trump görevden alınacak mı?

Şu anda bu soruya Trump’ın soruşturmasını yürüten Bob Muller’in bile evet diyebileceğini sanmıyorum. Çünkü ABD’de bir başkanın görevinden uzaklaştırılması bir mahkemenin, bir savcının, görevi değildir. Bu Kongrenin görevidir ve şu anda kongrede Cumhuriyetçiler çoğunlukta. Hiçbir Cumhuriyetçi Trump’ın %35’lik miltan destekçilerini karşısına almak istemez. Bu yüzden önümüzdeki kasım ayında yapılacak seçimlerde kadar kimse Trump’ın görevden alınacağına dair bir tahminde bulunamaz.

Diyelim Demokratlar Kasım seçimlerinde çoğunluğu elde etti. Bu bile Trump’ın görevden alınacağı anlamına gelmez. Zira Turmp’ın görevden alınması uyuyan Cumhuriyetçi tabanı mobilize eder ve önümüzdeki seçimlerde daha çok katılımla sandığa giderse, bu, Demokratlar için büyük bir yıkım olur.  Bu nedenle Demokratlar kongrede çoğunluğu elde etseler bile Trump’ı görevden alacak girişimde bulunmayabilirler.

Öyleyse Trump’ın etrafından dönen skandalları ve Amerika’da olanları nasıl anlamalıyız?

Görebildiğim kadarıyla durum şu: İstihbarat birimleri Amerikan’ın güçlü güvenlik yapılanması Trump’ın şantajlara açık kontorol edilmesi zor bir başkan olduğunu görüyor. Başkanlık sisteminin Turmp’a verdiği nerdeyse sonsuz yetinin kontrolsüz bir şekilde kullanılması durumudna ABD’nin geleceğini tehlikeye atacağını düşünüyorlar. Bu kaygıyla hareket eden kurumlar olarak Trump’a karşı “containment” yani sınırlama stratejisi uyguluyorlar.

Bir yandan soruşturmalar sürerken, bir yandan da Turmp’ın kontrolsüz bir şekidle ABD’nin başını belaya sokacak bir adımı atmasını önlemeye çalışıyorlar. Son noktada Beyaz Saray’da, Pentegon’un başında saygın emekli askerlerin bulunduğunu, ABD’nin en etkili kurumlarından Dışişleri Bakanlığının başında eski bir CIA direktörünün bulunduğunu hatırlamakta yarar var. Bu kurumlar, Başkan’ın hesapsız bir çıkış yapmasının önünü almaya çalışıyorlar.

Durum buyken, Türk medyası Trump yönetiminin Türkiye’ye karşı aldığı tavrı Trump’a bağlayıp konuya son derece indirgemeci bir şekilde yaklaşıyorlar. Oysa Türkiye ile ABD arasındaki sorun Trump’a indirgenemeyecek kadar derin.

ABD güvenlik birimleri Suriye’de başlayan olaylardan itibaren, yani 2011’den itibaren, Türkiye’nin güvenilmez bir ortak olduğunu teyid ettiler. Erdoğan’ı ikna ettik dedikleri her konuda Erdoğan’dan kazık yediler.  Örneğin Batı 2012 yılında Türk ordusunun Suriye’ye girip Esad rejimine son vermesini istiyordu. Erdoğan buna evet dedi ama sonra Batıya sırtını döndü. ABD’nin neden Kürtler’le çalıştığını anlamak istiyorsanız Erdoğan’ın Batıya attığı bu kazığa bakın. Yine Batı, Türkiye’nin Jihatçı teröristlere destek vermesini istemiyordu. Erdoğan Batıya hep onlara destek vermiyoruz dedi. Hatta o grupları Resmi Gazetede terör örgütü olarak ilan etti. Bunu da Batıya övüne övüne anlattı ama el altından teröristlere tonlarca silah verdi. Onların Suriye’de büyüyüp palazlanmasını sağladı.

“İran ambargosunu delmiyorum” dediler ama yedikleri rüşvet karşılığında Türkiye’yi İran için bir suç istasyonuna çevirdiler. Amerikalı bir din adamını vermeyen Türkiye’nin nükleer madde kaçakçısı Hüseyin Tanideh’i hiç bir şart ileri sürmeden İran’a verdiğini ABD’li istihbarat birimleri elbette biliyor. Erdoğan’ın Batıda Türkiye’ye duyulan güveni nasıl yıktığına dair daha onlarca örnek sıralayabilirim.

Trump’ın gidip gitmeyeceği belli değil. Trump kalsa da kalmasa da ABD’de Türkiye’ye duyulan güven bitti. Türkiye Batıyı defalarca aldattı. Bu yüzden Türk ABD birlikteliği bir yere gitmez. Batı, Erdoğan Türkiye’nin başında bulunduğu sürece bu güvenin bir daha onarılamayacağını biliyor.

Türkiye ve Batı şu anda fiilen bitmiş bir birlikteliğin zorunlu beraberlik dönemini yaşıyor. Dolayısıyla ya Erdoğan gidecek, yeni bir başlangıç yapılacak, ya da Erdoğan kalacak yollar tümden ayrılacak. Türkiye’ye “sen yoluna ben yoluma” denilecek.

Doğrusu batı her iki olasılığa karşı da hazırlık yapıyor. Bir yandan Erdoğan’a yandan destek vererek yollar ayrılana kadar Türkiye’nin alternatifini yaratmaya çalışıyorlar. Örneğin Suriye’de ve Irak’ta İncirlik’e alternatif hava üstleri inşa ediyorlar. Irak’ı ve olmazsa olası bir Kürt devletini Türkiye’nin yedeğinde tutuyorlar. Yani Erdoğan yeter dediği gün Suriye’de kurulan Kürt bölgesinin bağımsızlığını ilan etmesi kaçınılmaz olacak.

Öbür taraftan da Erdoğan’ı götürecek hamleler yapıyorlar. Zira Türkiye’ye yaptıkları 50 yıllık yatırımın bir çılgına değişilmeyecek kadar değerli olduğunu biliyorlar. ABD’li din insanı Brunson üzerinden gelişen gerilimin arka planında bu var.

Dahası, Erdoğan da Batının gözünde bittiğini, yerine alternatifler bakıldığını, günü gelince sandalyesine tekmeyi vuracaklarını biliyor. O da “rehine pazarlığı” yaparak, mültecileri kullanarak ve her türlü ahlaksız yöntem ve teklifle ömrünü uzatmaya çalışıyor. Yani siz şunu bilin: herkes zamana oynuyor. Zamanı bükecek güç kimdeyse onun hükmü geçecek. Trump mı Erdoğan’mı erken gider bekleyip göreceğiz…

 

Haberimizi okuduğunuz için teşekkürler…

Okuduğunuz bu metinler sesi kısılan, nefesi kesilen insanların sesine ses, nefesine nefes verme çabası. Bu çaba, karınca kararınca Nemrut'un ateşine karşı "yerimiz belli olsun" çabası. Bu çaba, 'zalim zulmederken sen ne yaptın?' diye sorulduğunda "dik durdum" deme çabası. Bu çabanın devam etmesini isteyen dostlarımız aşağıdaki ürünü alarak destek verebilirler. Desteğiniz için yürekten teşekkürler.

Bu yayınların devam etmesi için verdiğiniz destek için çok teşekkürler...