AKP’nin Cemaate yönelik başlattığı cadı avını en iyi özetleyen fotoğraf kareleri düştü önümüze. Pazarda kendi deyimiyle “zepze” satan pazarcı teyze Bylock kullandığı için gözaltına alındı. Polisin kameralar eşliğinde yaptığı terör operasyonunda pazarda sebze satan 60 yaşındaki teyzeyi gözaltına aldı. Haliyle sosyal medyada şunlar yazıldı; polis yaptığı terör operasyonunda çok sayıda uzun namlulu pırsa, hıyar şeklinde uçaksavar mermisi, patlıcan şeklinde el bombası, domates şekline havan topu ele geçirdi.

Konvansiyonel medya korkudan sarayın önüne yattığından tepki sosyal medyadan geldi. Sosyal medyadan gelen tepkiler üzerine teyze serbest bırakıldı. Bu sefer havuz kafalı troller o görüntülerin “davayı sulandırmak için” verildiğini yazdı. İnsan vicdanını kaybederse tapındığı iktidarı yaşatmak için başka bir şey göremiyor nitekim.

Sonra çözüm bulundu, pazarcı teyzenin hattına Bylock’u yükleyen geliniymiş. Oğlu da “FETÖ”den içerideymiş. Böylece teyze “masum” çocukları “terörist” oldu bir anda.

O teyze pazarda kameralar eşliğinde değil de sessizce evinde sessizce gözaltına alında bugün içeride olacaktı. Pazarcı şalvarının yerine Erdoğan’ın tek tip elbisesini giymek için hapiste sırasını bekliyor olacaktı. Saray baskısı altında adalet dağıtıcılığı tiyatrosu oynayan saray savcıları o teyzenin suçu olmadığını yazamayacak, hiç bir hakim o teyzeyi serbest bırakmaya cesaret edemeyecekti. Diğer tüm masumlara döktükleri timsah gözyaşını dökecek “seni serbest bırakırsam beni alırlar” diye yalandan dert yanıp bu zulümde Firavun’un sihirbazları olmaya devam edeceklerdi.

Buraya kadar olan kısım pazarcı teyzenin açısından olayların fotoğrafı. Bir de çocukları var o teyzenin. Onların durumu aslında görünürdeki Cemaat AKP kavgasının gerçekte Devlet/Ergenekon’un Cemaati Recep Erdoğan eliyle ezmesinin fotoğrafı.

Bu fotoğraf çalışmaları 2004 yılında MGK’da başlatılan 2010 yılında eyleme konulan, 2013 yılında Erdoğan’ın dershane operasyonu hamlesiyle ilan edilen Cemaati bitirme hamlesinin fotoğrafı.

Daha net anlatalım: Türkiye Sünni muhafazakar çoğunluk olmasına rağmen devlet bürokrasisi özellikle azınlıkların elinde paylaşılmış vaziyetteydi. Genelde sömürge ülkelerinde sömürgecilerin uyguladığı bu taktikle devlete hakim olan azınlıklar çoğunluk halk kitlesini baskı altında tutarak sömürgeci efendilerine hizmet ederler.

Ancak Türkiye’de fiili bir sömürge dönemi yaşanmadı. Bizde azınlık çoğunluk kavgası Osmanlı’dan beri şehirleşme ve modenite ile yakından ilgili. Ta en başından beri Osmanlı metropollerinin ticarette, sanatta ve bürokraside en etkin kesimleri azınlıklardı. Çoğunluk Sünni Müslümanlar kırsalda yaşayan köylülerden oluşuyordu.

Cumhuriyet kurulunca da bu durum değişmedi. Nasıl ki Osmanlı entelijansiyası azınlık kitlelerden oluşuyorduysa Cumhuriyet eliti de azınlık temelliydi. Ancak Cumhuriyet’in modernleşme çabası kitlesel eğitim programı Sünni çoğunluğun da merkeze yürümesini sağladı.

Cumhuriyet okullarında yetişen Muhafazakar Sünni çoğunluğun çocukları bir süre sonra Cumhuriyeti kuran azınlık elitlerin yerine talip olmaya başladılar. Ancak tek parti döneminde, azınlık elitleri yerlerini muhafaza etmeyi başardılar. Çok partili hayata geçince bu denge Sünni kitleler lehine değişti. Menderes ilk defa Sünni muhafazakar kitlelerin Cumhuriyet mekteplerinde eğitim gören çocuklarını merkeze, devlete taşıdı. Bunun tek istisnası Orduydu. Orduyu dönüştüremediği için darbeye maruz kaldı. Bunun bedelini de 1960 darbesiyle idam edilerek ödedi. Maalesef bu kavgada Sünni çoğunluğun hakimiyeti 6-7 Eylül felaketini de beraberinde getirdi.

Azınlık temelli devlet bürokrasisi 1960 darbesinden sonra kendine yeni müttefikler ve düşmanlar yarattı. Doğrudan Sünni çoğunluk kitleyi karşısına almak yerine Kürtleri düşman Alevileri dost edindi. Böylece azınlık temelli iktidar tabanını genişleterek yaşayabileceğini hesap ediyordu.

Ancak, soğuk savaş döneminde Türkiye’nin Sovyetlere karşı konumu ile Menderes hükümetinin Türkiye’yi ABD, NATO ittifakının parçası yapması Sünni çoğunluğun “Komünizmler mücadele” noktasında dayanak noktası olmasını sağladı. Böylece 1960’a kadar dönüşmeyen ordusu artık NATO ordusuydu hızla dönüşerek Sünni kitlelere dayanan bir orduya dönüştü. 1980 darbesinin “komünizmle mücadele” adı altında özellikle Alevi azınlıkları hedef alması aslında Osmanlı’dan beri gelen azınlık-çoğunluk kavgasının bir yansımasıydı.

Turgut Özal’ın liberalleşme politikası Sünni kitlelerin devletin tüm kadrolarında kritik konuma gelmelerini sağladı. Özal’dan sonra Dışişleri Bakanlığı hariç bir çok devlet kurumu, özellikle Milli Eğitim, Emniyet gibi kurumlar Sünni çoğunluğun denetimine girdi. Buralardaki Alevi ve diğer azınlık temsilcisi insanlar kimliklerini gizlemek zorunda hissettiler. Böylece kendilerine yaşam alanı oluşturmaya çalıştılar.

Özal’ın liberalleşme politikası ilk defa Sünni çoğunluğun ekonomide de söz sahibi olmasını sağladı. Anadolu kaplanları çoğunlukla Azınlıkların kontrolünde olan İstanbul sermayesinin alternatifi olmaya başladı.

Ancak 28 Şubat darbesi Özalla başlayan sünnileşme sürecien bir dip dalga olarak gelişti. 28 Şubat Sünni bürokrasiyi hedef alan bir darbe olarak yeniden azınlık iktidarını kurmayı hedefledi. Yargı ve Askeriyedeki azınlık grupların desteğiyle kotarılan 28 Şubat Sünni çoğunluğun iktidarına karşı son başkaldırı hareketiydi. Başarılı da oldular. İmam Hatiplerin kapatılması fikri, Gülen cemaatinin eğitim kurumlarının fişlenip tasfiye edilmesi projesi esasında Sünni çoğunluğun çocuklarını gönderdiği eğitim kurumlarının önünü kesip Osmanlı’nın son döneminde kurulan o düzeni yeniden kurma çabasıydı.

Erdoğan’ın iktidara gelmesi bu dengeyi yeniden Sünni çoğunluk lehine dönüştürdü. Özellikle Cemaat bürokrasisinden yardım alan Erdoğan’ın aslında Osmanlı’dan bu yana alttan alta devam eden azınlık çoğunluk kavgasını ebediyen sonlandırmak, sistemi “bürokrasi vesayetinden” (siz onu azınlık vesayeti diye okuyun) kurtarmak için elinde altın bir fırsat vardı.

Erdoğan AB kriterleri sayesinde devlet sistemini küçültüp Azınlık çoğunluk temelli bir bürokrasi ve devlet yapılanması yerine MERİTOKRATİK bir sistemi kurabilirdi. Böylece Osmanlı’dan bu yana devam eden bu kavga biter devlet de toplum da huzur bulabilirdi.

Ancak Erdoğan’ın bunu anlayabilecek entelektüel kapasitesi de yoktu, böyle bir niyeti de. O, çoğunluk kitlelerin dalgası üzerinde siyaset yapan, kendi menfaatinden başla bir şey düşünmeyen popülist bir siyasetçi olarak toplumum yarınını düşünmek yerine kendi geleceğini ön plana koydu. Bu nedenle Erdoğan için bu kavganın sonlandırılmasından ziyade kavgadan nasıl yararlanacağını hesap etti. Önce bu kavgada Cemaati yanına aldı azınlık bürokrasini Ergenekon davalarıyla ezdi.

Cemaat AKP ittifakının kendilerini sonsuza dek bitireceğini gören azınlık vesayeti önce 2007 yılında e-muhtıra vermeyi denedi. Sonra yargıdaki üstünlüklerini kullanarak AKP’yi kapatmaya çalıştı. Erdoğan her iki cendereden Cemaat bürokrasisinin desteğiyle kurtuldu.

Bu yenilgilerden sonra azınlık iktidarı çareyi en zayıf olanın bünyesine girmekte buldu. Erdoğan’ın yanına sızıp Cemaat ile Erdoğan’ı karşı karşıya getirdi. Böylece Cemaati yani Sünni çoğunluğu bürokrasiden yeniden temizlerse kendi iktidarını yeniden hakim kılabilecekti.

Doğu Perinçek’in öz yeğeni Yiğit Bulut’un 2007’deki E Muhtıra’da “Ordu treni yeniden rayına koydu” yazısı yazması aslında yukarıda anlattığım kavgada denge azınlıklar yönünden değişmeye başlayacak ifadesiydi. Ordu E-muhtıradan yenilgiyle çıkıp bir de Ergenekon darbesi yiyince Erdoğan’ın sarayına sızdılar ve onu Cemaate karşı kurdular. Cemaat içinde de Adil Öksüz gibi ajanlarını kullanıp Adana Menderes ve Turgut Özal değişen azınlık çoğunluk kavgasındaki dengeyi yeniden azınlıklar lehine değiştirdiler.

Sanırım Erdoğan’daki değişimin Yiğit Bulut ve onun gibi karanlık tiplerin Erdoğan’ın yanına sızdıktan sonra olması tesadüf olamaz.

Eğer haberler doğruysa işte o pazarcı teyzenin oğlu Özal reformları ve muhtemelen Cemaat desteğiyle kendi öz hakkı olan devletinde iş bulmuş öğretmen olmuştu. Erdoğan o ve benzeri binlerce çoğunluk bürokratını harcadı. O çocuklar bu kavganın kurbanı oldu. Erdoğan iktidarının bünyesine sızan azınlıkların çabası, cahil trollerin çılgınca desteği ve Erdoğan’ın yanındaki diğer bürokratların ihanetiyle, bu kavga ta en başa Abdulhamit dönemine döndü. İktidarda Sünni bir sultan var ama tüm devlet yapısı azınlıkların kontrolünde. Azınlıklar bunu Erdoğan’a borçlu. Son dönemde Doğu Perinçek’in  Erdoğan’dan daha güçlü olmasının nedeni de bu. Erdoğan kendi aleyinde twit atanı bile içeri tıktırıyor ama Perinçek’e bir şey yapamıyor sizce neden?

ARTIK ŞUNU GÖRMENİN ZAMANI GELDİ: ERDOĞAN YENİ TÜRKİYE’Yİ KURARSA YENİ BİR KAVGA DA ERDOĞAN İLE AZINLIKLAR ARASINDA GELİŞECEK. O KAVGA DA HEM TÜRKİYE’YE HEM KAVGANIN TARAFI AZINLIKLARA VE ERDOĞAN’IN YANINDA KALAN KİTLEYE ZARAR VERECEK.

BU KAVGALARDAN ERDOĞAN GİBİ POPÜLİST LİDERLER VE ONUN ÇEVERESİNE ÜŞÜŞEN AMİPLER BİR SÜRE DAHA YARARLANABİLİR. NE AZINLIKLAR İLEL EBET DEVLETİ KENDİ KONTROLLERİNDE TUTABİLİR, NE DE ÇOĞUNLUK AZINLIKLARI TAMAMEN YOK EDEBİLİR. BUNA GEREK DE YOK.

NE TÜRKİYE. NE CEMAAT, NE AZINLIKLAR NE DE SÜNNİ ÇOĞUNLUĞA BU KAVGADAN YARAR GELMEZ. BURDAN ÇIKIŞIN TEK YOLU VAR KAVGAYI BİR KENARA BIRAKIP, HERKESİ KENDİ KONUMUNDA KABUL EDİP, BEN ÇOĞUNLUĞUM, SEN AZINLIKSIN DEMEDEN DEVLET MEKANİZAMSINI LİBERALLEŞTİRİP KÜÇÜLTMEK, REFORME ETMEK VE MERİTOKRASİ ESASINA DAYALI, AB STANDARTLARINDA DEVLET MEKANİZMASI OLUŞTURMAK. BURDAN BAŞKA ÇIKIŞ YOK.

NE 6-7 EYLÜL, NE DE CEMAATE CADI AVI…

 

 

Haberimizi okuduğunuz için teşekkürler…

Okuduğunuz bu metinler sesi kısılan, nefesi kesilen insanların sesine ses, nefesine nefes verme çabası. Bu çaba, karınca kararınca Nemrut'un ateşine karşı "yerimiz belli olsun" çabası. Bu çaba, 'zalim zulmederken sen ne yaptın?' diye sorulduğunda "dik durdum" deme çabası. Bu çabanın devam etmesini isteyen dostlarımız aşağıdaki ürünü alarak destek verebilirler. Desteğiniz için yürekten teşekkürler.

Bu yayınların devam etmesi için verdiğiniz destek için çok teşekkürler...