Türk yasalarına göre yalan söylemek serbesttir ama yalan söyleyene yalancı deyince hakaretten ceza alırsın. Yine yalakalık yapmak serbesttir, ama yalakalık yapana yalaka deyince hakaret kabul edilir. Bu yasalarımıza göre hırsızlık yapmak yüz kızartıcı suçtur ama milletin malını çalan siyasetçiye hırsız derseniz hem toplum hem de yaslar nezdinde ayıplı sayılırsınız.

Dolaylı anlatım diye bir dilbilgisi kuralımız bile vardır. Bu yüzden bu toplumda olan olduğu gibi anlatılmaz, “lafın tamamı eşeğe söylenir,” “arif olan anlar.” Bu toplumda en işlevsel kavramlardan biri “anlarsın ya” dır.

Bir zaman “ her gün bir avuç fındık, aga nigi naga nigi” diye reklam vardı. Normal bir yabancıya söyleseniz, bu reklamdan hiç bir şey anlamaz ama Tükler bu reklamın ne demek istediğini çok iyi anladı ve reklamı çok sevdi. Hatta o reklam böyle değil de “her gün bir avuç fındık seksüel gücü artırır” şeklinde olsaydı muhtemelen üslupsuz bulunup eleştirilecekti.

Olanı kamuoyu önünde olduğu gibi anlatanı ayıplar bu toplum. Üslupsuz bulur bu tipleri. Oysa kendileri bireysel yaşamlarında “üslupsuz” bulduğu o durumları çok daha net çok daha ağır bir şekilde özetler. Klasik muhafazakar toplum refleksidir bu.

Uzun zamandır gözlemlediğim bir durum bu. Muhafazakarların üslupçuluk sorunu bu toplumun hem ilerlemesini engeller, hem de bir nebze bu toplumu iki yüzlü bir toplum yapar. Muhafazakarlar aralarında konuştukları gerçeklerin kamuoyu önünde konuşulmasını üslupsuzluk, hatta edepsizlik olarak görmeye meyillidir.

Örneğin bir lider kendi özel hayatında sin kaflı küfürler eder, en edepsiz fıkraları anlatır, en derin gıybet toplantılarından keyif alır ama kamuoyu önünde kendisini birazcık sert eleştiren kim varsa hepsini “edepsiz” olmakla suçlar ve ona hemen üslup dersi vermeye kalkar.

Bu tutum özellikle muhafazakar toplumumuzun yaşlılarının gençleri bastırmak için kullandığı atom bombası kadar güçlü bir silahtır. Ortaya atıldı mı, yaşlı jenerasyonun bütün günahlarını örtersiniz. Bu yüzden bu toplumda söz büyüğün, su küçüğündür.

Üslupculuk, veya üslup hocalığı aslında bu sorun tüm muhafazakarların sorunu ama özelde neredeyse Fethullah Gülen cemaatiyle özdeşleşmiş sorundur. Gülen cemaatine mensup insanlar ister kendilerine ister başkalarına yönelik ne zaman sert bir eleştiriye karşılaşsalar ilk tepkileri şöyle oluyor: “söyledikleri hakikat ama üslubu hoş değil,” “bunu daha hoş bir üslupla söyleyebilirdi” vs. Bunun anlamı özünde şu demek: bir şeyi olduğu gibi tanımlama, dolandırarak anlat dolaylı anlatım yap.

Gülen cemaatindeki üslupçular, üslup hocaları, -neredeyse bütün cemaat mensupları bir şekilde bir yerde size üslup hatırlatması yapar- ile ilk ve en keskin karşılaşmam bundan yıllar önce Hüseyin Gülerce ile giriştiğim tartışmada olmuştu. Hüseyin Gülerce, Zaman gazetesinde, Yiğit Bulut gibi iktidara yalakalık yapan yazılar yazıyor, Erdoğan’a yaranmak için atmadık takla bırakmıyordu. Bu durumu özetle anlatmak için “Hüseyin Gülerce’nin içine Yiğit Bulut kaçmış” twiti atınca ortalık yıkıldı. Cemaatin neredeyse tamamı üstüme çullanıp beni “üslupsuz” olmakla suçladı. Oysa kimse dönüp de Hüseyin Gülerce’nin yaptığın tek eleştiri getirmedi. Eminim ki kimse Güerce’nin iktidara yaranmak için Zaman gazetesinde yazdığı o yazıları onaylamıyordu. Bunu içine sindirdiklerini sanmıyorum. Ancak iktidara yaranmak için yazan Gülere’nin yaptığının adını koyunca neredeyse tüm cemaat bana üslup hatırlatması yaptı. İşin tuhafı bana üslüp hatırlatması yapanların neredeyse tamamı öz itibariyle söylediklerime katılıyordu. Ne söylediğime değil nasıl söylediğime takılmışlardı.

Benzer eleştirileri Zaman ve Aksiyon gazetesinin Hüseyin Hatemi ile yaptığı söyleşiyi “ilkesiz” bulduğumda da benzer şeyle karşılaştım. Çoğunluk bunun yanlış olduğunu söylüyor ama bu yapılana “ilkesizlik” dememi üslupsuz buluyordu.

Hatta Cemaate üslupçular, üslup hocaları bizzat Fethullah Gülen’in mülaenesini bile eleştirmiş, “hocaya yakışmadığını” söylemiştir. Kimsenin hocanın söylediklerinin hak olduğu konusunda şüphesi yok ama hakkı hak ettiği gibi anlatmanın hak olmadığını düşünüyor bunu üslupsuzluk olarak tanımıyorlar.

Ben bu üslupçuluğun bir muhafazakar refleksi olarak, tüm toplumdan, sağcı solcu, cemaatçi AKP’li tüm toplumdan atılması gerektiğini söylüyorum. (Bu toplumun kurtulması gereken ikinci en önemli konu “yaşçılıktır.” Yaşlı olan eleştirilmez, abilere dokunulmaz, gençlerin hacı amcaları eleştirmesi üslupsuzluk olarak okunur ama o ayrı bir tartışma konusu)

Cemaatte “üslupçuluk” öylesine bir hastalıktır ki, Cemaatin kitleleri örneğin hakikatleri en net şekilde anlatan Bülent Keneş ve İhsan Yılmaz’dan uzak durmaya çalışırken, cemaatin içinde olduğu dönemde bile “tatlı bir üslupla” olayları çarpıtıp hakikatleri gizleyen Hüseyin Gülerce gibi tiplere “büyük yazar” muamelesi çekmişlerdir.

Özü itibariyle “üslupçuluğun” bu topluma üç temel zararı var.

1) Gerçeklerin olduğu gibi anlatılmasının üstü üslupçuluk tartışmasıyla örtülüyor. Ahlaksıza ahlaksız, hırsıza hırsız demediğimiz sürece ahlaksız ahlaksızlığını yapmaya devam ediyor, ama ona ahlaksız diyen insanları üslupsuz olmakla suçluyor böylece o ahlaksızların ahlaksızlık yapmasını kolaylaştırıyoruz.

2) Toplumu bir nebze münafıklaştırıyor. (Muhtemelen “münafıklaştırma” kavramını da bir çok okurum “üslupsuz” bulacaktır ama tam da olan budur. Yani münakıflaştırma süercini “münafıklaştırma” olarak tanımlamayı üslupsuz bulma, alın size yeni bir üslupçuluk çıkmazı) Özel hayatında yaptığı eleştirileri toplum önünde yapmayan iki yüzlü nesiller işte böyle yetişiyor. Olanı söyleyene hak verip söyleme biçimine eleştiri getirmenin, bir tür münafıklaştırma aracına dönüştüğünü düşünüyorum.

3) Üslupçuluk eleştirel düşüncenin ve dolayısıyla gelişimin önünü kesiyor. Bir şeyi olduğu gibi anlatmak, olduğu gibi tanımlayıp, olduğu gibi eleştirmek varken olanı “dolaylı anlatımlarla” tanımlamaya çalışmak hem eleştiriyi öldürüyor, hem de uzun vadede insanlar üslupsuzluk eleştirileri yüzünden artık eleştirmemeye başlıyor.

Bu toplumda “arif olan anlar” ama nedense kimse herkesin arif olamayacağını bir türlü anlamak istemez…

Haberimizi okuduğunuz için teşekkürler…

Okuduğunuz bu metinler sesi kısılan, nefesi kesilen insanların sesine ses, nefesine nefes verme çabası. Bu çaba, karınca kararınca Nemrut'un ateşine karşı "yerimiz belli olsun" çabası. Bu çaba, 'zalim zulmederken sen ne yaptın?' diye sorulduğunda "dik durdum" deme çabası. Bu çabanın devam etmesini isteyen dostlarımız aşağıdaki ürünü alarak destek verebilirler. Desteğiniz için yürekten teşekkürler.

Bu yayınların devam etmesi için verdiğiniz destek için çok teşekkürler...