17-25 Aralık 2013 tarihleri sadece siyasi bağlamda değil, sosyal psikolojik açıdan da tam bir dönüşüm ve kaderdenk noktası oldu. Fethullah Gülen Hocaefendi, bir yazısında kaderdenk ifadesini kullanırken onu ‘’kazanma ve kaybetme kuşağı arasında bir nokta’’ olarak tarif eder ki bu yazının ana maksadına ışık tutması açısından önemli bir tanımlama bu.

Bu dönemde sosyal psikolojinin yapmaya çalıştığı gibi hem toplumsal ve siyasi birtakım hadiselerin toplum ve gruplar psikolojisi üzerinde hasıl ettikleri etkileri gözlemleme imkanımız oldu hem de halihazırda toplumun ve farklı farklı grupların içlerinde uzun bir süredir biriktirdikleri ve bu önemli hadiseler neticesinde bir patlama etkisiyle ortaya saçtıkları karakterlerini, hayretler içerisinde, müşahede etme imkanı bulduk. Tabi uzun süredir ülkeye, ülke insanına ve hadiselerin gelişim şekillerine vakıf olan ve bunları özellikle yurt dışından (sistem dışından) takip edebilen bazı kişiler için bunlar pek de şaşırtıcı olmayan, beklenen karakter patlamaları idi. Bazıları yaşanan bu durum karşısında o kadar şaşırmışlardı ki, Dostoyevski’nin ‘’Böylesine güzel bir gökyüzünün altında, bu kadar kötü insan nasıl yaşayabiliyordu?’’ dediği gibi onlar da hep ‘aziz’ bildiğimiz bir milletin bağrında bu kadar sefil bir karakter nasıl gizleniyormuş diyerek hayret ediyorlardı. Hatta bir zamanlar onlar da dine hizmet ediyor diye bildikleri bazı İslamcıların inanılmaz karaktersizlikleri, kadın-çocuk demeden zulmetleri ve her gün onlarca yalan söylemeleri karşısında bu sefer Mehmet Akif gibi hissediyor ve ‘’yirmi yüzlü insanları gördükçe iki yüzlü insanları sever oldum’’ deme noktasına geliyorlardı.’

Büyük çoğunluğu itibarıyla Türkiye insanının, yalan söylediği aşikar olan, bir siyasinin lafına ya inanarak ya da menfaat gözeterek kendi çocuk ve akrabaları da dahil olmak üzere bir sürü masum insana nasıl hain ve terörist muamelesi yapabildiği, bunun da ötesinde soykırım sayılabilecek haksız ve adaletsiz uygulamaları nasıl da sessizlik içinde seyredip alkışlayabildiği tarihin yapraklarına işlenmiş oldu bu kısa zaman dilimi içerisinde. Ayrıca, yıllarca Ömer’in adaleti, Peygamberin yırtık hırkası, bir iki lokma hurması vb. ifadeleri bayraklaştırarak siyaset yapan siyasal İslamcı zihniyetin ne kadar iğrenç, hırsız ve sahtekar bir hile balonu olduğu da iyice gözler önüne serilmiş oldu.

Gelin bunlara hep ‘üstün’ hasletleri ile övünen, sağcısıyla, solcusuyla, Atatürkçüsü ile ve liberali ile toplumun diğer kesimlerini de ilave edelim. Hepsi bir şekilde derecelerine göre ortak oldular bu haksızlıklara ve karakterlerinin gereğini sergilediler sıraya dizilmişçesine.

Evet karakter dedik, oradan devam edelim…

ABD’de yaşadığım 17 yıl boyunca etrafımdaki arkadaşlara milletin büyük bir yüzdesinin tesbit edilmemiş-adı konmamış ne tür karakter bozuklukları ve ciddi ruh (akıl) hastalıkları ile malul olduğunu anlatırdım hep ve ciddiye alınmazdım. Benim gözümde 2012-13 sonrası dönemde; hep bağrında var olan ve çeşitli faktörlerden ötürü sürekli büyüyen bir iç hastalığın semptom patlamasını yaşadı insanımız.Uzun süredir geliştirdikleri tavır ve tutumlarındaki eksiklik ve zayıflıklar, Einstein’ın ifade ettiği gibi, zamanla karakter zayıflığına dönüşmüştü ve belki de Heraclitus’un dediği gibi de o karakteri sonradan onun kaderi halini almıştı.

Yani bu hadiseler patladığında ortaya çıkan ‘’toplumsal karakter fotoğrafı’’ (zaafı), Yousuf Karsh’ın resmettiği şekliyle ‘’karanlıkta tab edilmişti’’; tıpkı fotoğrafların karanlık resim odalarında tab edilmeleri gibi. Zaman, karanlık bir oda olmuş ve bir milletin karakterini çürüten mantarlar o karanlığın bağrında gelişip bünyeyi sarıp sarmalamışlardı adeta.

İşte böyle karanlık dehlizlerde gelişen bu karakter sorunları ve hastalıklar bir insan, bir millet veya bir topluluk duvara tosladığında ortaya saçılıp dökülüverirler. Normal insanlar bu tavırlara sadece tepki verirlerken bunları okumasını bilen insanlar ise onları, sanki basılan o resmi ellerine alıp inceler gibi bir hassasiyetle alıp okurlar ve muhataplarının karkter analizlerini yaparlar. Bu insanların bir kısmı aklı selim sahibi olanlardır ki onlar okudukları karakter sayfalarından dersler çıkarırlar ve muhataplarına göre stratejiler belirlerler, iyi ile kötüyü ayırdedip geleceğe dair stratejiler belirlerler. Bazılarıysa benzer analizler yaparlar ama bunları daha üst düzey toplumsal manipülasyonlar için kullanırlar. Bazıları da vardır ki onlar sadece kurnaz ve çıkarcıdırlar. Ortaya dökülen bozuk karakter ne kadar çirkef, zalimane, gaddarane ise onlar o kaynağa o kadar yaklaşırlar ve taraflarını güce, korkuya, gelecek endişesine bağlayarak okumalar yaparlar. Nitekim, aynı hadiseler, işte onların karakterlerini de bu şekilde ortaya çıkarmış olurlar. Yani depremin kendisi bir kısım karakterleri ortaya dökerken, artçı sarsıntıları da daha farklı kesimlerin karakterlerinin ortaya dökülmesini sağlar çoğunlukla.

Pozitivist ve pragmatist temeller üzerine bina edilmiş İttihatçı-Kemalist Cumhuriyet rejimi sadece ekonomik ve siyasi anlamda değil milletin karakter inşası noktasında da çok başarısız oldu. Bunun da ötesinde rejim; toplumu parçalara ayırarak yönetme ve şekillendirme, devleti kutsama ve bireysel gelişimi gözardı etme temelli kurulduğundan dolayı insanlardaki bu tavır ve karakter boşluklarının ana müsebbibi oldu. Halkının bu yöndeki gelişimini eksik bırakmakla kalmadığı gibi aksine çoğu zaman onu suistimal de etti. Seküler bir toplum olmasına rağmen Batı’daki seküler ahlak eğitimi de ıskalandığından ve din hep baskılandığından dolayı da bu durum toplumdaki ahlaki ve duygusal çöküntüleri katlayarak artırdı.

Yani bu noktada sanırım Nietzsche haklıydı. O, karakter; sahip olduğunuz bazı tecrübelerden ziyade eksik olan bazı tecrübelerin noksanlığından kaynaklanır der. Benim yukarıda arzetmeye çalıştığım karakter sorunları işte o devlet profilinin halk nezdinde (ahlaki gelişim ve eğitiminde) eksik bıraktığı, adres etmediği, ihmal edip, noksan bıraktığı, bazen de siyasi ve politik maslahatlarla suistimal ettiği tecrübelerin (karakter-ahlak kabiliyet ve reflekslerinin) eksikliklerinden dolayı ortaya çıkmışlardı veya zaten hep olan sorunlar o ihmaller neticesinde metastaz kanser aşamasına kadar ilerlemişlerdi.

Hani hep verilen güzel bir örnek vardır; halkın sütü neyse kaymağı da odur, o nedenle yukarıya da o çıkar derler; bozuk siyasi erki ve devlet ricalini resmederken. Bunun tersinin de, aynı anda, doğru olabileceğini önceki yazılarımızda ele almıştık. O bozuk toplumun içinden çıkan bozuk erk de kurnaz, çıkarcı ve fırsatçı olduğundan dolayı zamanla o halkın karakterini daha da çürük bir hale getirebilir. Tıpkı John Locke’ın dediği gibi, ‘’bizler bukalemunlar gibiyizdir; ahlaki karakterimizin renklerini ve tonlarını etrafımızı çevirenlerden alırız’’. Demokrasiler içinde büyüyüp gelişmiş olan faşist hükümetlerin yaptıkları da bu olagelmiştir hep. Zaten benzer hastalıklarla malul olan halk da zamanla onların büyüsüyle daha farklı ‘bozuk karakter’ renkleri ve tonları geliştirmeye başlar ve sorunlar artarak büyür.

Charlie Chaplin, belki de o komedyen zekasının cilvesiyle, ‘’bir insanın gerçek karakteri sarhoşken ortaya çıkar’’ der. Bunu sosyal ve psikolojik gerçeklere genişletirsek eğer, gerçek karakterin kendini kriz zamanlarında, felaket dönemlerinde yani sorunlar, yıkımlar ve sıkıntılar başgösterdiğinde ortaya çıkaracağını söylemek yanlış olmaz. Yazar Robert KcKee, gerçek karakterin insanın baskı altında iken yaptığı seçimler, tercihler ile ortaya çıkacağını; baskı ne kadar büyükse o ifşanın o kadar derin olacağını ve karakterin temel doğasını daha iyi yansıtan bir seçim şeklinde belireceğini söyler.

Bazı durumlarda ise gerçek karakter bir şeyin yoksunluğunda değil verilen veya elde edilen şeyin ağırlığını kaldırmaya liyakatı, kabiliyeti olmayan insanların düşeceği durumlarda da ortaya çıkabilir. Bu bir anda zenginleşen insanlarda söz konusu olabileceği gibi, güç elde etme durumunda da ortaya çıkabilir. Abraham Lincoln, sıkıntı anında ortaya çıkan karakter konusunu bir adım daha öne götürerek, ‘’bir çok insan sıkıntılara direnebilir fakat bir adamın karakterini test etmek istiyorsanız ona güç verin’’ der. Yıllarca mülayim, ‘mübarek’, fedakar, alçakgönüllü görünen veya fakir bir hayat yaşamış bazı insanların ellerine para, güç, makam vb. imkanlar geçince zalimleşmeleri sadece sonradan oluşan bir bozulmuşluğun değil, karakterde gizli olan bazı hastalıkların da ortaya çıkmasıdır.

Dindar kimliğine ve dinin öğretilerine rağmen bazı insanların yaşanan zorluklar hemgamında, bazılarının da idareci konumuna geldiklerinde nasıl çirkefleşebildiklerini gördüğünüzde hayretler içerisinde kalırsınız ve ilgili kişilere o şahıslardaki hastalıkları tedavi ettirmeleri gerektiğini önerdiğinizde tepki bile alabilir, o kişilere haksızlık yapmakla itham edilebiirsiniz. Çünkü o idareciler bahsi geçen insanları o sorunların boğuşulduğu ve onların alt tabakadaki insanlarla etkileşim halindeki, zorlu ortamda açığa çıkan halleri ve karakterleri ile hiç muhatap olmamışlardır. Aksine, o sorunlu şahıslar o idarecilerin sadece güç ve yüksek makamı temsil eden huzurlarında hep süklüm-püklüm, itaatkar, saygılı ve kibar haller takınmışlardır. O nedenle sizin işaret ettiğiniz ikilemi algılayamamışlar ve inanamamışlardır. Mesela, genelde hep üst yöneticilerin zalimlik yapabilecekleri düşünülür. Oysa öyle karakterler de vardır ki sıkıntı anında sergiledikleri itaatsiz ve saygı sınırlarını aşan (zorlayan değil) tavırlarıyla (açığa çıkan karakterleriyle) liderlerinin o zorlu zamanlarda en çok ihtiyaç duyacakları uhuvveti, dayanışmayı, güveni, imajı ve desteği kırarak kendi üstlerine ve etrafındaki insanlara zulüm ederler. İşlerini kaybetme endişeleri de yoksa şayet; bu zulümlerini katlayarak artırırlar.

Kendisi güç ve makam sahibi iken zorlu bir ego imtihanı karşısında karakterinin en karanlık noktalarını bir yanardağ gibi öfke ve kin patlaması ile ortalığa saçan Şeytan, meselenin ilk olarak değindiğim boyutu üzerinden kendi imtihanı kaybetmişken, onun kullandığı yöntem ise daha çok ikincisi yönünden olmuş ve ağına düşürdüğü bazı zayıf karakterli zalimleri hep o imkanlar üzerinden yoldan çıkaragelmiştir. Her iki durum da gerçek karakterin en gizli dehlizlerini gözler önüne serme potansiyeline sahiptir.

Her insan yaşanan zorlukların, ümitsizliklerin ve endişelerin çapına göre bu tür imtihanlardan ve karakter testlerinden geçer. Kimi insanlar en ufak zorluklar karşısında bile kötü karakter örnekleri sergilerken, bazı daha derine itilmiş karakterler de daha büyük sorunlar yaşandığında ortaya dökülürler. Bazıları sıkıntı anında düşene yardım etmek yerine güçlüye yanaşmaya çalışabilirler. Hadiseler karşısında her şeyden şikayet edip suçlayacak insan arayanlar olabilir. Tüm bu olanlar onun-bunun yüzünden başımıza geldi yaygaları kopararak zalimden daha çok mağdura sesini yükseltenler çıkabilir. İnsanlara ümit aşılamak yerine her şey bitti, suya atlayıp kurtulun yaygaraları koparanlar varolabilir. Bilerek veya bilmeyerek insanların son kalan ümit kırıntılarını da yok edenler bulunabilir. Fitneden uzak duruyorum iç yalanlarıyla aslında geleceğinden endişe duyduğu için mazlumları terkedenler çıkabilir. Her şeye önce veryansın edip, içini güzelce boşaltıp sonra da vardır bir hikmeti diyerek güya sabır kahramanlığı yapanlar da bulunabilir. Zalime karşı, hataları olsa bile, mazlumlara destek olmak gerekirken onlar da hakettiler diyenler; ben zaten demiştim, şimdi çeksinler diyenler her zaman çıkabilir. Yaşanmış bir olay diye duymuştum. Moğol saldırıları sonrası kanlı Bağdat sokaklarına gidelim. Moğol cellat yüzlerce baş kesmiş ve artık yorgunluktan elindeki kılıcı tutacak hali kalmamıştır. Sonunda bitap bir halde kılıcını elinden düşürür. Birazdan kafası uçurulmak üzere korku içinde sırada bekleyenlerden biri hemen öne atılır ve kılıcı eline alarak celladın eline uzatır. Belki bana merhamet eder diye geçirmişti içinden o kişi belki de kendisini öldürmeyip yanına yardımcı olarak tutacağını… Normal zamanlarında zalimlere karşı her zaman hakkın ve halkın yanında olduğunu dile getirmiş birisiydi belki de o kişi, kim bilir!

İşte zorluklar ve acziyet halleri bazı insanların bu tarz karakterlerinin ortaya çıkmasını sağladığı gibi, (iyi veya kötü) yeni karakterler geliştirmesini de temin edebilir. Sonuçta; gelişmelere verdiğiniz tepkiler ve takındığınız tutumlar en başta da işaret ettiğim gibi zamanla karakteriniz halini alabilirler. O nedenle de hadiseler karşısında güçlü durabilmek, kendi olarak kalabilmek ve hadiseleri sabırla göğüsleyebilmek her insanın sergileyebileceği kabiliyetler değildir. Zaten zorlukları sabır ile göğüsleyip ümidini koruyarak geleceğe dair atılımlar yapmak, hadiselerden ne kendini ne de etrafındakileri sarsmadan sıyrılabilmek, her şeye rağmen kendi olarak kalabilip, zalime boyun eğmeden, hatta zayıflık bile göstermeden dik durabilmek, insanlara hala ideal ve ufuk aşılayabilmek, kısaca onlara hakkı ve sabrı tavsiye etmek önemli bir meziyettir. Kur’an’da salih insanların bu çerçevede tarif edilmiş olmaları bu yüzden önemlidir. Salih kulların sıkıntılar karşısında sergiledikleri tavır yani karakterlerinin gerçek kıvamı işte böyle temayüz eder.

Çok büyük sıkıntılara hatta bir soykırıma maruz kalsa da Hizmet insanının sabır, tevekkül ve dua ile yoluna devam edip elinden geldiğince birbirinin elinden tutmaya çalışması ve ideali gereği hakkı ve sabrı yayma gayretlerine devam ediyor olması bu çizgide bir karakterin göstergesidir. Onların hiç birinin şiddete başvurmaması, savunduğu ilkelerin sadece teorik anlamda değil pratik anlamda da onun artık bir karakteri haline geldiğini tüm dünyaya ve melei alaya göstermektedir.

Dünün hep mağdur edebiyatları yapan, yaşadığı durumlardan hep başkalarını suçlayan, sürekli düşmanlar üreterek kendine taraftar edinmeyi bir yöntem olarak belirleyen siyasi geleğin bazı temsilcilerinin bugün güç, para ve imkanlar ellerine geçince kendi zalimlerinden nasıl daha zalim bir çakal sürüsü haline dönüşebildiklerini, din adına kullanageldikleri söylemlerinde ne kadar yapmacık olduklarını, karakterlerinde ne derin kinler, hırslar, öfkeler, acımasızlıklar, kişilik bozuklukları ve düşmanlıklar barındırdıklarını görüyor bu dünya ve hem melekler hem de tarih bunu hüzünle kaydediyor.

Ergenekon suç örgütü ise, toplumu hep bölerek ve birbirlerine düşürerek geldi bugünlere. İslamcılardan tek farkları kendilerine teslim edilen devlet aygıtının dümeninde iken en azından bazı devlet kaidelerine uyuyormuş gibi roller takınmaları idi. Oysa kendi halkına her türlü şekilde zulm etmeye devam ediyorlardı. Onlara bu ihaleyi tevdi etmiş bazı çevreler, çıkarları gereği onların bu zulümlerine göz yumuyorlardı. Batı dünyası ve dünyanın geri kalanı da çıkarları gereği bu anlayışın temsilcilerini idare ediyor, onların metodlarını görmezden geliyorlardı. Gelinen noktada Ergenekoncu klik, artık İslamcı zalimleri alet olarak kullanarak kendisine tehdit olarak gördüğü Müslüman bir hareketi soykırıma tabi tutuyor. Fakat basiretleri bağlı! Hem güç hem de gelecek endişesi ile yaşadıkları kaybetme korkusu onları zehirlediğinden dolayı onların da gerçek karakteri ortaya saçılıyor bugün. Ama güç sarhoşluğu ile bunun farkında değiller. Oysa tüm dünya gelecekte daha da net görüleceği şekilde İttihatçı-Ergenekoncu geleneğin özellikle yeşil İslamcılıkla birlikte hareket ettiğinde, ne kadar çirkin, ne kadar aşağılık, işkenceci, soykırımcı ve ırkçı bir karaktere ve zihniyete sahip olduğunu görüyor. Gün gelip şartlar değişirse ve eğer dünya faşist reflekslere yenik düşmeden aklı selime teslim olabilirse işte o zaman dünya devletleri ve Türkiye’nin yeni yöneticileri bu zihniyetten ya kurtulmak ya da onu rehabilite etmek isteyeceklerdir. Bunun yolu da sıkıntı anında aklı selim, kalbi selim bir karakterin özelliklerini sergileyebilmiş olanlarla ortak projeler geliştirip, bu vahşi hayvanlardan daha aşağılık olan zihniyeti hapsetmek ve rehabilite etmektir. Onların bu çürük karakterlerinin etrafına bir duvar örüp onları o duvar içinde başkalarına zarar vermeden rehabilite etmektir.

Yani anlayacağınız Ergenekon zihniyeti aslında çoktan kendi kafasına sıkmış oldu. Bundan böyle faşist bir dünya dışında kendilerine hareket alanı kalmadı. Sahte laiklik-demokrasi balonları patladı. Artık yapay zalimlerin ardına sığınarak ne kendi suçlarını örtbas edebilecekler ne de kendi korkak ve çirkef karakterlerinin ortaya saçılmasını önleyebilecekler. Zira kadın ve çocukları bile ölüme itmekten, onları rehin olarak kullanmaktan imtina etmeyecek kadar iğrenç bir karaktere sahip olduklarını herkes görüyor. Bu suç örgütü yapı yaşadığı her bir sıkıntıda daha üst bir katmanını piyasaya sürmek suretiyle nasıl derin, uluslararası bir iğrençlik ağı kurduğunu da dünyanın önünde açık bir şekilde sahneleyecek ve kendi sonunu daha da hızlandıracaktır.

Normalde ‘karakter suikasti’ ifadesi pek yaygındır. Başkalarının karakterine saldıran, ona zarar vermeye çalışan kişiler kastedilir bu ifade ile. Bense bu yazının başlığında hiç kullanılmayan ‘karakter intiharı’ ifadesini tercih ettim. Çünkü bu yazıda resmedildiği gibi bazıları belli dönemlerde sergiledikleri tavırlar ve yaptıkları yanlışlarla kendi bozuk karakterlerini bir lağım patlaması gibi ortalığa saçıverirler ve zamanında kendilerine boyun eğmiş, susmuş insanlar dahil herkesin nefretini kazanıp kendilerinden tiksinti duyulan konumlara düşerler. İşte bu; bir karakter intiharıdır!  Bunun tersi ise salih kulların tarif ettiğim tavırlarıdır ki o da Cennet kokuları gibi etrafa yayılan ve algılayabilen gönüllere itminan duygusu yaşatan bir karakter havzasıdır.

Şimdilik bu kadarıyla iktifa edelim.

 

Tüm yazılar için blog: http://akliselim.blogspot.com veya http://www.yeniyon24.com/author/ugur-tezcan/

Twitter: https://twitter.com/ugur_tezcan

Haberimizi okuduğunuz için teşekkürler…

Okuduğunuz bu metinler sesi kısılan, nefesi kesilen insanların sesine ses, nefesine nefes verme çabası. Bu çaba, karınca kararınca Nemrut'un ateşine karşı "yerimiz belli olsun" çabası. Bu çaba, 'zalim zulmederken sen ne yaptın?' diye sorulduğunda "dik durdum" deme çabası. Bu çabanın devam etmesini isteyen dostlarımız aşağıdaki ürünü alarak destek verebilirler. Desteğiniz için yürekten teşekkürler.

Bu yayınların devam etmesi için verdiğiniz destek için çok teşekkürler...