Erdoğan Cemaate karşı başlattığı savaşı kaybetti.

Bu çok net ve ortada olan bir sonuç. Ve bunun böyle olacağı en baştan belliydi.

Erdoğan, kendisine ihale edilen cemaati bitirme işinin karşılığı olarak,

a – Hizmet haraketinin elinde olan her şeyi ele geçirmiş olacaktı

b – Parti gibi görülen ama aslında bir menfaat birlikteliğine dayalı bir cemaat yapısına dönüşmüş olan kendi cemaatini kurmuş olacaktı.

c – Ortaya çıkmasını istemediği ama iş verenin elinde olan gizli şeylerinin ortaya çıkmasını engellemiş olacaktı.

Ama planlar istenildiği gitmedi.

Cemaatin bu kadar dirençli ve dik durabileceğini beklemiyorlardı.

Zannettilerki, kendilerine hemen sürecin başında biat eden cemaatler gibi, onlarda bir kaç baskı, bir kaç korkutma veya bir kaç ağza bal çalma mahiyetindeki, yurt, bina, makam vs. şeylere tav olacak ve kendilerine biat edecekler.

Evet, çok büyük bir yanılgıya ve hataya düştüler.

Erdoğan’ın bu hataya düşerek, cemaati bitirme işini kabul ederek, Ergenekon ve Perinçek ekibiyle ortak cephe olmasının en büyük sorumluları, süreçle piyasaya sürülen, Kemalettin Özdemir, Latif Erdoğan, Hüseyin Gülerce ve Ahmet Keleş gibi, cemaatte bir süre bulunmuş ve oldukları süre içerinde cemaatin bitirilmesi adına fişleme ve alt yapı yapan şahışlar olmuştur.

Erdoğan kendinden çok emin ve cemaati kısa bir sürede bitirebileceğini düşünüyordu, kendisine gelen bilgiler ve söylemlerin etkisiyle.

Bu kavgaya bir bahane lazımdı, cemaatle kavga ve bitirme sürecinin bir kılıfı olarak dershaneler konusu gündeme getirildi. Bununla, kendilerinin yaptıkları yolsuzlukları ve hukuksuz işleri takip eden ve haberdar olan insanların, cemaatten olmamalarına rağmen, bunlardan kurtulmanın yolunun hepsini cemaat yaftasıyla yaftalamak olduğuna karar verdiler.

Süreç başladığında görüldüki, hem cemaat, hemde AKP bu kavgaya hazırlanmış ve pozisyonlarını almışlardı.

AKP, Perinçek ekibi, PKK ve devlet içerisindeki İran yapılanması, geçmişte Türkiye’yi büyük tehlikelerden kurtarmış olan, darbe girişimleri, İran’a hizmet eden Selam-Tevhit Örgütü yapılanması, KCK operasyonları, yolsuzluk operasyonları, PKK’ya doğuda göz açtırmayan emniyet ve askeriyede bulunan, ne kadar vatanına ve milletine bağlı, satın alınamayan ve yaptıklarını hayatı pahasına yapan insanları, paralel yaftasıyla yaftalayıp aynı torbada imha etmeye girişti.

Biat eden cemaatler vasıtasıyla kamuoyu ve halkın desteği alındı, oluşturulan havuz medyasıyla bunun illüzyonu yapıldı, satın alınan kişilerde bunun tetikçiliğini yaptı.

Bunca hazırlık ve devletin tüm imkanlarının sonuna kadar, hukuku bile dinlemeden kullanılmasına rağmen cemaatin bitmemesi, dik durması ve son kertede, cemaate atılan tüm iftira ve çamurların, AKP’nin elinde kalmasının çok nedeni var.

Bu gün bunlardan bazılarını yazmak istiyorum.

1- Erdoğan’ın zaafları ve inandırıcı olmaması.

Erdoğan bu işe hem istekliydi, hem de zaafları nedeniyle mecburdu.

Cemaati bitirme işinde kendisine çok güveniyordu. Bunda aldığı bilgiler etkili olsada,tek adamların hepsinde olduğu gibi, çok fazla kendisine güvenmesi aslında kendisinin en büyük zaafıydı.

Zira kendine aşırı güven, avantaj olduğu kadar, daha fazla hata yapmaya ve yaptığı hataları görmemeye sebebiyet verir.

Erdoğan, sürecin başında “cemaat iyi, baştakiler kötü” tezini kullanmaya çalıştı. Bunda başarılı olacağından emindi. Zira zannettiki, cemaatteki insanlar, kolayca buna inanacaklar ve buna inanan insanlar cemaati terkecek.

Halbuki, cemaatin en büyük artısı ve gücü, okumuş mensupları, dünyayı bilen insanlar olmasıydı. Bu gün cemaatte bulunan insanların en düşük seviyede bilgi ve birikimi olanı bile, Türkiye ortalamasının üstünde bir birikime, dünya bilgisine, dini bilgiye ve hayat tecrübesine sahiptir.

Cemaat yıllarca bünyesinde bulunan insanların, hem dini, hem de kültürel manada gelişmesi adına etkinlikler yapmakta, hem yurt içi, hem yurt dışı gezileri düzenlemekte ve mensuplarına geniş bir ufuk kazandırmakta.

Türkiye’de bulunan diğer cemaatlerin aksine, hizmet hareketi, mensuplarına hem dünyanın imkanlarını, gerçeklerini ve gerçekler ışığında bir dünya hayatı yaşamalarını teşvik etmekte, hem de ahiret adına, sadece bir namaz ve orucun haricinde, yapılan hizmetlere maddi manevi destek verme, bu hizmetlerin bizzat içerisinde koşturma, dini vecibelerin yanında, insani ve ahlaki değerleri en üst seviyede yaşamaya teşvik etmektedir.

Eksiklikleri ve hataları olsada, şu bir gerçektir ki, cemaatin yetiştirdiği insanlar, hem dini yaşam, hem de dünya adına yaşanan hayatta, standartların üstünde ve daha geniş bir yelpazededir.

İşte bu kadar yetişmiş olan insanlar, Erdoğan’ın, “sizler iyisiniz, başınızdakiler kötü ” tezine inanmadılar ve cemaatten, baskılara ve zulümlere rağmen ayrılmadılar.

Zira, yıllardır cemate mensup olan insanların yaşantılarına şahittiler. Yıllardır, verdikleri paraların ve desteklerin meyvelerini, hem Türkiye’de, hem de dünyada görmekteydiler.

Erdoğan’ın dediği gibi olsaydı, esnaf, işçi, memur, akademisyen, yazar, yani toplumun her kesiminden insan bunu görmüş olurdu ve Erdoğan’ın demesine kalmadan, bu hareketten ayrılırdı.

Kısacası bu insanlar aptal ve kafası çalışmayan insanlar değil. Neyin ne olduğunu gayet iyi biliyorlar ve doğruyu yanlışı ayırt edebilecek kapasitedeler.

İşte Erdoğan, hizmet hareketindeki insanların bu birikim ve yetişmişliğini hesaba katmadı ve bir iddia ile, cemaatten insanların uzaklaşacağını zannetti.

Daha sonra sürecin devamında, hem sarma saran bayanları, hem “imam” dediği üst tabaka olarak adlettiği insanları göz altına alarak, zulmederek, aslında niyetin, ayrım yapmaksızın toptan bir yok etme olduğunuda ilan etmiş oldu.

Sonuç olarak, cemaatteki insanlar, her gün yüzlerce falsosunu ve yalanını gördüğü insanların iddilarını değil, yıllarca yanlışı görmedikleri insanların yanında saf tuttu ve cemaatlerini terketmediler.

2- Cemaatin kendine ve liderine olan güveni.

Atalar,”ön teker nereye giderse, arka teker oraya gider”  derler.

Bu ifade süreçle bir kere daha yaşanarak görüldü.

Zira, Erdoğan’ın liderliğinde cemaate karşı başlatılan savaşta, cemaatin en büyük avantajı ve gücü, 50 yıldır hayatına şahit oldukları ve bu güne kadar tek bir yalan ve yanlışına şahit olmadıkları Hocaefendi’nin liderleri olmasıydı.

Evet lider insan olmak kolay değildir. Hele ki peşinizden gelen insanlara, yokluğu, çileyi, ızdırabı, gözyaşını ve derdi vaadediyorsanız.

Cemaatteki insanlar, hiç bir zaman bu cemaate girmekle bir şeyler kazanacaklarını, çok rahat edeceklerini bekleyerek girmedi. Zaten onlarada bunlar değil, tam tersi, dert ızdırap ve sıkıntı vaadedildi hep.

Bunu vaadeden ve bu yola davet eden liderin yaşantısının, vaadettiği ve dediği hayata uygun olması çok önemli bir husustur. Zira insanlar, sizin söylemlerinizden çok, eylemlerinize ve hayatınıza bakarlar.

Bir cami penceresinden başlayan, tahta kulübede devam eden, lüks ve şatafattan uzak, bir hayatı olan Hocaefendi’nin tüm hayatı ve konuşmaları adeta kayıt altındaydı. Ve bu 50 yıllık hayatındaki dimdik duruş, sapma olmaması, ilk günki samimiyet ve iştiyaka, insanlarda şahit oluyor ve bu yola giriyorlardı.

Yapılan yurtlar, ihale karşılığı alınan rüşvetlerle değil, lahmacun satan amcaların samimi ve alın teriyle yapılıyordu.

Açılan okullar, ayakkabı kutusuna gizlenmiş paralarla değil, Anadolu insanının gece sardığı sarmaları satarak kazandığı kermesle, memurun kendi çocuğunun rızkından keserek verdiği himmetle, işçinin alın teriyle kazandığı sadaka ile, çiftçinin, güneşin altında kavrularak kazandığı tertemiz parasıyla yapılıyordu.

İşte bu paralarla yapılan ve dünyanın 170 ülkesinde olan bu müesseselere öğretmen ve idareci olarak gidenlerde, bunca çile ve samimiyetle açılan okullarda aynı çile ve samimiyetle bir şeyler yapmanın çabasındaydı.

İşte süreçle, havuz medyasının ve AKP’nin ortaya attığı, akıl almaz, iğrenç ve bazen mide bulandıran yalan ve iftiralarına karşı bu insanlar ve bu insanların peşinden giden insanlar, hep liderlerine ve cemaatte bulunan insanların hallerine baktılar.

Eğer onlarda en ufak bir yamulma ve geri adım atma görselerdi, emin olun çoktan bu hareket biterdi. Zira şuan koskoca Türkiye devleti, tüm devlet imkanları ile bu insanları yok etmenin peşinde.

Bunca baskı ve tehdite rağmen insanların, bu cemaatte kalmaları ve bedel ödemeyi göze almalarının en büyük sebebi, Hocaeefendinin başka bir yazımızda( yazı ) yazdığımız gibi, sürecin başındaki mülaanesiyle net ve kesin duruşu ve bu duruşundan taviz vermemesi ve Hocaefendi’nin hayatındaki dimdik duruşudur.

İşte bu dik duruş ve liderin inandırıcı olması, insanların olan onca baskı ve tehditlere rağmen, yer ve konumlarını değiştirmemesini sağlamıştır.

3- Cemaati bir arada tutan inanmışlık, AKP’yi bir arada tutan menfaatler olması.

Cemaat mensuplarının, cemaate giriş nedenleri bir çıkar sağlama değil, tam aksine kendinden vermedir. Evet, cemaat mensuplarına hep fedakarlık ve verme vaadetmiştir. Hiç bir zaman rahatlığı, çok para kazanmayı, ferah bir yaşam vaadetmemiştir.

Cemaate giren kişi, yeri geldiğinde malından, yeri geldiğinde canından, yeri geldiğinde huzurundan, yeri geldiğinde hürriyetinden vazgeçmesi gerektiğini bilir.

İşte bu nedenle, cemaatte ister yardım eden olsun, ister bizzat içinde koşturan olsun, herkes bu yola girmenin vermek, vermek ve hep bişey beklemeden vermekten geçtiğini bilir ve bu kabulle girer bu yola.

Bir beklentisizler hareketi olarak karşımıza çıkan hizmet hareketi, beklentiye giren insanların barınamayacağı bir mecradır.

Evet bu cemaate bir beklentiyle giren, belkide sırf cemaatin gücüyle bir yerlere gelme hedefinde olan insanlar olmuş olabilir. Ama bu süreç birazda bu şekilde olan insanların elenme süreci olmuş ve cemaat mensupları adeta bir samimiyet testinden geçmiştir.

Ve bu güne kadar yaşananlar, bu testden cemaat mensuplarının çok büyük bir kısmının alnını akıyla çıktığını görüyoruz.

İşte böyle bir anlayış ile bir araya gelen cemaatin karşısında, tamamiyle çıkarların ve menfaatlerin biraraya getiridiği bir AKP var.

AKP’de bir dava birliği değil, bir çıkar birliği var.

Ve bu çıkarların çatışması anında nasıl birbirini satarak, birbirine düşman oldukları, liderlerinden en aşağıdaki trolüne kadar kendisini göstermekte.

En ufak bir menfaatlerine dokunan bir halde, hemen birbirine saldıran, birbirinin kirli çamaşırlarını ortaya döken, birbirini tehdit eden, düşman ilan eden insanların, çıkarları ve menfaatleri adına bir araya gelmesinden oluşan AKP’nin, beklentisiz olmayı kendisine dustur edinmiş bir harekete karşı kazanması mümkün değildir.

Evet AKP, Türkiye’de okullarını kapatabilir, televizyonlarını kapatabilir, mallarına el koyabilir mensuplarını hapse atabilir ama asla cemaati yenemez ve yok edemez.

Zira bu kayıplar maddi kayıplardır ve bu kayıplar 170 ülke de var olan bir cemaat için bir ülkede yaşanan bir olumsuzluktur.

Manevi olarak ilk günden kazanan bu cemaatin, milyonları bulan mensupları, çok kısa bir zamanda bu maddi kayıpları telafi edecektir ve yollarına devam edecektir.

İşte bu nedenle, AKP ve Erdoğan bu savaştan kaybeden olarak çıkmıştır ve mutlak mağlubiyet olan sonları, er yada geç gelecektir.

Kaybettikleri kesin, sadece bunun ilan edilmesinin süresi uzamıştır.

AKP ve Erdoğan kaybetmişlerdir ve hep yaptıkları kötülükler ve zulümlerler anılacaklar bu ülkede.

Haberimizi okuduğunuz için teşekkürler…

Okuduğunuz bu metinler sesi kısılan, nefesi kesilen insanların sesine ses, nefesine nefes verme çabası. Bu çaba, karınca kararınca Nemrut'un ateşine karşı "yerimiz belli olsun" çabası. Bu çaba, 'zalim zulmederken sen ne yaptın?' diye sorulduğunda "dik durdum" deme çabası. Bu çabanın devam etmesini isteyen dostlarımız aşağıdaki ürünü alarak destek verebilirler. Desteğiniz için yürekten teşekkürler.

Bu yayınların devam etmesi için verdiğiniz destek için çok teşekkürler...