4 Mayıs 2016 tarihi, Erdoğan’ın bir Saray Darbesi ile krallığını ilan ettiği tarihtir.

Tarih kitapları bu günü, Türkiye’yi demokrasiye bağlayan son ipin de kesilip monarşiye geçtiği gün olarak yazacak.

Erdoğan, daha altı ay önce halkın yüzde ellisinin oyunu alan bir partinin genel başkanını, elindeki devlet ve medya organları ile tehdit ederek alaşağı etmiştir.

Her şeyden önce bu, partiye oy vermiş halka hürmetsizlik ve hakarettir.

Zira bu hareketi ile, AKP ye oy veren ve başbakan olarak Ahmet Davutoğlu’nu seçen yaklaşık 20 milyon seçmenin tercihini hiçe sayarak, kendi istek ve emellerine (yeterince) hizmet etmediği için Davutoğlu’nu devirmiştir.

Erdoğan’ın bu saygısızlığına denk bir ayıbı, Başbakan Davutoğlu işlemiştir.

Kendine vekalet verip başbakan yapan halka güvenip dik duramamış ve Saray Darbesi’ne karşı demokratik bir direniş göstermeyip, etkisiz bir piyon gibi, hemen koltuğunu terk etmiştir.

Hem Erdoğan hem de Davutoğlu, Türkiye halkına aslında ne olarak baktıklarını, onların tercihlerini yok sayarak, ele vermişlerdir.

Halkımız da kendine reva görülen bu aşağılamayı baş-göz üstü edip amenna çekince, özgüveni artan Saray vesayeti, hakaretin dozunun artacak olmasından herhangi bir kaygı duymadan, “düşük profilli bir başbakan seçilmeli” deme cesaretini ortaya koydu.

Halkın seçimine, askeri darbe ile başa gelen yöneticiler bile saygı duymuş ve böyle bir hezeyana düşmemişlerdi.

Şimdikilerse, halkın, yüzüne tükürülse yağmur sayan tutumunu çok iyi değerlendirdi; yakın geçmişe kadar çok iyi gizledikleri despotik/anti-demokratik mizaçlarını, bir kahramanlık olarak lanse etmeye ve alkışlatmaya başladılar.

Peki bu tiranik tutumun, keyfine göre ülkenin rejimini iki dudağı arasında oyuncağa çeviren unsurları, binlerce yıllık devlet geleneği olan bu ülkede, kendi krallıklarını kurabilirler mi?

Ben bunun mümkün olmadığına inanıyorum.

Bunun nedenlerini şöyle sıralayabiliriz:

1- Dünya konjonktürü, Türkiye’de bir diktatörlük veya krallığın hüküm sürmesine müsaade etmez.

Zira, iletişimin ve haberleşmenin bu kadar geliştiği, özgür bir yaşam tarzının getirdiği nimetlerin herkesin gözü önünde olduğu bir dünyada, diktatörlük Türkiye’yi ele geçiremez.

Zaten, dünyada krallık ile yönetilen veya diktatöryal sistemle idare edilen ülkelerin sayısı çok azdır.

Bunlar da ya dünyadan kopuk ve yalnız, ya global vesayet esiri ya da gelişmemiş ülkelerdir.

Türkiye gibi, Batı ile Doğu arasında bir köprü pozisyonundaki bir ülkenin, tek başına bir kişinin keyfine göre güttüğü bir ülke haline gelmesine dünya müsaade etmeyecektir.

Jeopolitik konumu nedeniyle, Batı için özellikle enerji alanında geçiş güzergahını elinde tutan Türkiye’nin, dünyaya kapalı bir ülke haline gelmesi, hususan Batı dünyasını, dolayısıyla tüm dünyayı olumsuz etkileyeceğinden, sistemin bir risk faktörü olarak hükümferma olmasına dünya seyirci kalmayacaktır.

2- Türkiye’nin iç dinamikleri bu gidişe daha fazla tahammül edemeyecektir.

Türkiye, binlerce yıllık bir devlet geleneği ve yaklaşık yüz yıllık cumhuriyet deneyimi olan bir ülkedir.

Bu ülkede, dengelerin tek bir kişiye bağlanması, Cumhuriyet’in ilk yılları hariç, hiçbir zaman onay görmemiştir.

Bu millet her ne kadar tarihinde padişahlık ile yönetilmiş olsa da, zulmettiğine inanılan padişahlara karşı ayaklanmalar ve isyanlar olmuş, onca padişah da tahttan indirilmiştir. Özgürlüğüne düşkün milletimiz o zamanlar bile hakkını arama cesaretini kendisinde bulduysa, özgürlüğün artık hakkıyla yaşanabildiği sistemlerin hem mevcut hem de başarılı olduğu günümüzde, yeni bir padişahlık hayalleri kuranların emellerine ulaşmaları imkansıza yakındır.

Buna ne şimdilerde boyun bükmüş görüntüsü veren millet, ne de yerleşik yapılar müsaade eder.

3- Türkiye bir NATO ülkesidir.

Ve NATO’da bulunabilmenin öncelikli şartlarından biri demokrasi ile yönetilir olmaktır.

Demokrasiyi terk etmiş, otokratik bir Türkiye, NATO’da barınamaz.

Daha kendi havadan savunma sistemi bile olmayan, Rusya’nın uçağını düşürünce hemen NATO’ya koşan ve koruma dilenenlerin yönettiği bir ülke, hele etrafı bugünkü kadar düşmanlarla kuşatılmışken, krallık sistemine geçemez.

Kör-topal yürüyen bir demokrasiye bile tahammülü olmayan Erdoğan’ın, tam bir diktatörlük kurmak adına bundan sonra atacağı adımlar, Türkiyeyi NATO’dan koparır.

Türk Ordusu’nun bir NATO ordusu olduğu ve aslında Erdoğan’dan hiç hazzetmediği de hesaba katıldığında, Erdoğan’ın krallık hayallerinin gerçekleşmesi mümkün değildir.

Erdoğan, ya bu orduyu ortadan kaldıracak ve kendi ordusunu kuracak, ya da ordunun hassasiyetlerini göz önüne alacak. Bu da elbette mümkün değildir.

Bu nedenle, Erdoğan istesin yada istemesin, bir NATO ordusu olan TSK ile uyumlu bir şekilde çalışmak zorundadır.

4- Erdoğan kurmayı planladığı krallığında, laikliği kesinlikle kabul etmeyecek ve ortadan kaldırmak isteyecektir.

Bunun ilk işaretini Meclis Başkanı’nın ağzından vermişti.

Ülkenin çok büyük bir kesimi, laikliğin gerekliliğine ve vazgeçilmezliğine inanıyor.

Özellikle, yaşadığımız son süreçte, dinin her türlü hukuksuz ve gayr-ı ahlaki icraata kılıf olarak kullanılması, geçmişte yapılan hatalara rağmen laikliğin ne kadar elzem bir şey olduğunu herkese göstermiştir.

Din-mezhep üzerinden siyaset ve prim yapan Erdoğan’ın, laikliği de ortadan kaldırarak ülkeyi tam bir karanlığa sokmasına, halkımız müsaade etmeyecektir.

5- Krallığa geçmiş ve yalnızlaşmış bir Türkiye ekonomik olarak ayakta duramaz.

Petrol, vb. gibi bir doğal servet kaynağı olmayan, enerji konusunda dışa bağımlı, kendi teknolojisini üretemeyen Türkiye’nin, kapalı bir ülke haline gelmesi halinde ekonomisi çöker.

Bugün Erdoğan’a kayıtsız-şartsız-sınırsız destek veren kesimler, ekonomik olarak sıkıntıya girdiği an kendisini yüz üstü bırakacaklardır.

İdeolojileri, karnı tok oldukça savunur insanlar.

Eğer bir ekonomik kriz olur da Türkiye dar boğaza girerse, ideolojik yakınlığı olanlar dahil topyekun millet, karınları doymadığı için Erdoğan’a sırtlarını dönüverirler.

Erdoğan, kurmayı planladığı/kurmaya başladığı krallığıyla, ekonomik olarak asla ayakta duramaz.

Bugün makarna vererek oylarını aldığı halk, yarın makarnası-kömürü kesildiği, kredi borçlarından dolayı malı-mülkü elinden gittiği, cüzdanı boş ve karnı aç hale geldiği an, Erdoğan’ı satıverir.

Dışarıya bu denli bağımlı olan bir ülkenin ekonomisi, dışarıya kapılarını kapatarak ayakta duramaz.

Hem ekonomik, hem askeri, hem teknolojik olarak dünyaya bağımlı olan Türkiye, Erdoğanlı Saltanatı ile dünyaya kapılarını kapatırsa; hem ekonomik, hem askeri olarak yerle bir olur; bugün Erdoğan’ı delice destekleyen kesimler ellerini taşın altından çektiğinde de, ülkeyi kendi çiftliğine çeviren Erdoğan’ın da altında kalacağı bir enkaza dönüverir.

Erdoğan krallık ve diktatörlük hayalleri kuradursun.

Bırakın, geçici bir yalan dünyasında, hayali krallığında yaşasın.

Bu durum daha fazla sürmeyecek ve bu hayallerinden uyanmak zorunda kalacaktır.

Bu hayal de uyanış da çok uzun sürmez.

Umursamayın, şimdilik kendi hayali dünyasında krallığını ilan etmiş olmasını.

Son gülen, yine bu ülke halkı olacaktır. Farklı hayallerde dolaşanlar ise çok kötü bir uyanışla bu hülyalarından uyanacaklardır.

Bundan emin olun.

Türkiye, Erdoğan’dan büyüktür.

Ve pek yakında, bunun farkına Erdoğan da varacaktır.

Haberimizi okuduğunuz için teşekkürler…

Okuduğunuz bu metinler sesi kısılan, nefesi kesilen insanların sesine ses, nefesine nefes verme çabası. Bu çaba, karınca kararınca Nemrut'un ateşine karşı "yerimiz belli olsun" çabası. Bu çaba, 'zalim zulmederken sen ne yaptın?' diye sorulduğunda "dik durdum" deme çabası. Bu çabanın devam etmesini isteyen dostlarımız aşağıdaki ürünü alarak destek verebilirler. Desteğiniz için yürekten teşekkürler.

Bu yayınların devam etmesi için verdiğiniz destek için çok teşekkürler...