Babam, Jean-Jacques Rousseau okumadı. İnsan Hakları Evrensel Beyannamesi, Magna Carta, doğduğum ülkede yazılmadı. Bizim topraklara yağmış bir Medine Vesikası var, dediler. İlmihal kitaplarına sıkıştırılmış din kurumu, bu tür metinleri dünyevileştirmeyi hiç sevmedi. Hazreti Ömer’in devlet işi yaparken başka mum, şahsi iş yaparken başka mum yakma hikayesini “Hey mübarek” diye okuyup devletin sağladığı şatafat içinde manda gibi yüzenlerin hiç işine gelmedi, İslam’ın referanslarını demokratlığın ve (apış arası konuları dışında) ahlakın hizmetine sunmak.

Dün Hrant Dink’in öldürülüşünün 9. yıldönümü. Agos binasına asılmış büyük resme bakınca bunları düşündüm… Yaralı bereli demokratlığımı… En büyük sermayem, işte bu binanın önünden kalkan bir cenaze. Sayılmayacak kadar çok hayal kırıklığı. Üstüne de bir yığın pişmanlık. Çıkmaz sokakları tükete tükete yürünecek yolu bulmaya çalışmakla yorgun düşmüş neslimin bir ferdiyim ve kendime acımaya yerden göğe kadar hakkım var.


BİZ LAFLARIMIZLA DÖVERDİK

Bugünler acı günler. Hazır ağlamak serbestken yaralarımı kanırtabilirim.

1128 akademisyen, kapılarına polis dayanması ihtimali ile mafyanın kan banyosu tehdidi arasında kalmışken; demokratlıkta deniz feneri olduğunu düşündüğüm insanlardan hükümete en yürekli çıkış şu oldu: Biz onları laflarımızla döverdik, siz niye ellerini kollarını tuttunuz? Şimdi vurmak etik olmayacak.

İyi de, bu sizin için yeni bir vaka değil ki; uzun bir süredir vaziyetiniz böyle. Sizinle aynı düşünmeyen hemen hemen herkesin eli kolu bağlı ve siz sağlı sollu geçiriyorsunuz.

O yüzden, ne gerek var bu hassasiyetlere? Kimsenin satın almadığı gazetelerinize devlet bankaları reklam yağdırıyor. Özel şirketlerin reklam planlaması ajanslarda değil politbürolarda yapılıyor. Yazdığınız gazetelere atanmış vasiler, zararlarını devlet ihalelerinden çıkarıyor. Ve siz ortaya çıkan bu paradan şahane maaşlar alıyorsunuz. Üzümünü yiyorsunuz, bağını düşünmek dahi istemiyorsunuz.

Benim yazdığım gazeteyi 100 bine yakın gerçek insan satın alıyor. Bizzat parasını veriyor. Belki de bir kısmı işlerini kaybetmiş insanlar. Ya da işsiz bırakılmakla tehdit edilen insanlar. Kağıt olarak sizin pek çok gazetenizden daha fazla insana ulaşan gazetem, o reklamları hiç alamıyor.

TRT, 76 milyonun elektrik faturalarından geçiniyor ama sadece %50’sinin sözcülüğünü yapıyor. Sadece siz konuşuyorsunuz. Yüksek bütçeli programları siz yapıyorsunuz.

Hiçbirinizin de içi cız etmiyor. Ya acaba hakkını helal etmeyenlerin ahı bir tarafımızdan çıkar mı, diye düşünmüyorsunuz bile. “Başkaları da gelsin, biz onları laflarımızla döveriz” diyesiniz hiç yok.

Şahsen benim konuşabildiğim birkaç kanal vardı. Onlara da devlet el koydu ya da kararttı. Devletin uydusundaki kanal sıralaması bile hükümete sadakat esasına göre yapılmış durumda. Farklı fikirlerin çatışmasından gelişme doğar diyen güzel cümleleriniz lal kesiliyor.


BU SOKAKLARDA SEVİLMEYENLER 

Şimdi siz buna adil bir dövüş mü diyorsunuz? Beni geçtim. Pek çoğunuzun köşe bucakta fısır fısır konuştuklarını dostunuz bir kadın gazeteci açıkça yazdı. Anında gazetesinden kovuldu. Toplu istifa etme blöfü beklemedik. Hiç değilse cesur bir eleştiri yapabilseydiniz. O bile olmadı. Ölü taklidi yaptınız.

Bugün eminim ki; Hrant için çok güzel sözler edeceksiniz. Peki, Hrant şu halinizi görse şöyle demez miydi: Bu sokaklarda iki çocuk kavga ederken babasını, abilerini, amcalarını arkasına dizip yumruk sallayanı hiç sevmezler.

 

TURGAY OĞUR- MEYDAN

Haberimizi okuduğunuz için teşekkürler…

Okuduğunuz bu metinler sesi kısılan, nefesi kesilen insanların sesine ses, nefesine nefes verme çabası. Bu çaba, karınca kararınca Nemrut'un ateşine karşı "yerimiz belli olsun" çabası. Bu çaba, 'zalim zulmederken sen ne yaptın?' diye sorulduğunda "dik durdum" deme çabası. Bu çabanın devam etmesini isteyen dostlarımız aşağıdaki ürünü alarak destek verebilirler. Desteğiniz için yürekten teşekkürler.

Bu yayınların devam etmesi için verdiğiniz destek için çok teşekkürler...