Demek ki böyle bir şeymiş…
Bir toplumda muhakeme, şüphe ya da ihtiyatlı düşünme gibi erdemlerin çöpe atıldığı dönemler de olabiliyormuş.
Tıpkı bir zamanlar olduğu gibi…
Koca bir ülkede “akil insan” eksikliğinin derinden hissedildiği zamanlar…
Evet, bu zaman nasıl garip bir dönemdir ki aklı başında nice insan, sessizce köşesine çekilmiş beklemekte…
Tarihinde “zulmün bin bir türü” nün yaşandığı bu topraklar, yine bir zulüm mevsiminde…
Nice insan, -nasıl oluyorsa- gözünün önünde olup biten onca haksızlığa ve zulme ses çıkarmadan öylece durabiliyor…
Oysa en temel prensiptir; “suç bireyseldir”… “Babaların günahlarını oğullar çekmez…”
Ey Hermes!
(Hermes: Antik Yunan mitolojisinde Zeus’un habercisi, tanrıların en kurnazı…)
Vicdanının sesine biraz olsun kulak verebilen sen…
Gel, sadece bir an düşünelim…
Ve farz edelim, her şey aynen dedikleri gibiydi…
İstisnasız tüm medyanın koro halinde tekrarladığı ve herkesin görmesini istediği, gözümüzün içine sokmak için her yolun denendiği ve bunun da fazlasıyla başarıldığı bugünlerde; evet kabul, her şey onların dedikleri gibi olsun…
Tamam; kabul!
Zalim ve gaddar birileri; tuttu, ellerindeki topu, tüfeği, helikopteri bu millete yöneltti…
Bin lanet o zalimlere…
Peki ya Bingöl’ün köyündeki bir öğretmenin, Sivas’ın bir ilçesindeki imamın, Çanakkale’deki bir mali müfettişin bu lanet olayla ne ilgisi olabilir Hermes?
Aynı dünya görüşüne sahipler diye başkalarının da cezalandırıldığı, bu cezalandırmanın rasyonalize edildiği ve medya aracılığıyla bir insan topluluğunun lince uğradığı nerede görülmüş?…
Birilerinin suçunun cezasını bir başkaları neden çekiyor?…
Antik Yunan mitolojisinde, bir evhamla kendi çocuklarını yiyen ya da onlara çeşitli işkenceler yapan Tanrı Kronos iyi ki bugünleri görmedi…
Bugün bir kısım kendi evlatlarını yiyen, onlara işkenceler yapan bir devlet mekanizması var.
Koca bir ülke nasıl olur da bu paranoyaya teslim olur, nasıl olur da böyle bir zulmü kabullenebilir?
Darbe girişiminin ardından on beş günden fazla zaman geçti…

Henüz olayın pek çok detayı üzerinde soru işaretleri mevcut… Bunu zaten hükümet yetkilileri de söylüyor…
Ancak ülkeyi yönetenler başka bir şey daha söylüyor; “kanaat” ya da “halkın kanaati”…
Örneğin Enerji Bakanı…
Geçen gün verdiği bir mülakatta şöyle cümleler kurdu mesela:

“…Bu artık bir hükümetin, bir cumhurbaşkanının, meclisin problemi değil artık bu olay 79 milyon insanın tamamen kanaatini beyninde kesinleştirdiği bir resimden bahsediyoruz. Bugün bir anket yapsanız ezici bir çoğunlukla bunun arkasındaki yapının kim olduğu ortaya çıkar…”
Pardon?
Ülkede gerçekleşen bir darbe girişiminin ardında kim olduğunu “milletin kanaatine göre” belirlemek mi?
Bu lanet darbecilerin kim olduğunu “bir ankete göre” belirlemek gerçekten de ilginç bir öneri…
Ah Hermes! Bak bunu sen bile düşünemedin…
Aşkolsun!
Biraz psikoloji bilen biri, bu beyefendinin bahsettiği şeyin aslında “algı” olduğunu hemen fark edebilir.
Oysa böyle kanlı ve ciddi bir süreç “algılar” üzerinden mi yürütülmelidir?
Yoksa “hukuk” üzerinden mi?
Mesela, darbe girişimi gecesi üst üste üç ameliyata giren bir cerrahın; darbeyle ilgili bağı, hukuk mekanizması üzerinden ispatlanmalı değil midir?
Darbeciler oradan çıktı diye, askeri okulları kapatmayı düşünen zihniyet; aynı süreçte 2000 imamın da görevden alındığını ya da göz altında olduğunu bilmiyor olamaz.
O halde imam-hatip okullarını da kapatmak gerekmez mi?

Ne dersiniz; bu çözümü de düşünmeli değil miyiz?
Evet, memleketin acı gerçekleri can yakıcı…
Daha acısı ise bu saçmalığı görmezden gelen, korkup sinen ve yanlışı dile getirmekten imtina eden milyonlarca insan…
Böyle bir toplumla mı kuracaksınız geleceği?
Sekiz askerin öğleyin güneydoğuda şehit olduğu bu memlekette, aynı akşam “demokrasi nöbetleri” nde gökyüzüne ışıl ışıl havai fişekler atılıyor, kutlamalar yapılıyor…
Milletten yardım toplayan Kızılay, “demokrasi nöbetçileri” ne çeşit çeşit ikram sunmak için organize olmuş.
Biraz ötede mahalle düğünleri… Eğlence aynen devam… Son derece kıvrak ezgilerle dolu şarkılarla-türkülerle coşku dolu bir topluluk… Herkes bir güzel kurtlarını döküyor, bir dolarlar havalarda uçuşuyor…
Arabalarına bayrak asan gençler, gecenin bir vakti hastane önlerinde korna çalıp nara atarak dolaşırken; hastalığın ızdırabından yastıkları tırmalayan mücrimlerin derdini kim biliyor…
“Bu gençler!” diyor aksakallı bir dede; titrek elleriyle az önce nara atarak geçen delikanlıları göstererek…

“Bu gençler olmasaydı elden gittiydi melmeket!”
Ve karşıdaki apartmanın ikinci katında bir kadın ağlıyor gecenin karanlığında, sessizce…
“Terör örgütü üyesi” şüphesiyle “açığa alınan” memur kocası için…

İki çocuğunun rızkı için, geleceği için…
Eş-dost-akrabanın onu damgaladığı “vatan hainliği” için…
Velhasıl Anadolu böyle garip, böyle tanınmaz böyle tuhaf bu aralar…
Kimi deliler gibi seviniyor, kiminin gözyaşları kurudu…
Bizse bütün bunlara sebep olanları “milletin kanaatine” havale etmiş durumdayız!
Sen çok yaşa emi Hermes!
Kendin yoksun ama, ruhun hala bu topraklarda cirit atıyor!..

Ahmet Faruk ÖZKAN

1 Ağustos 2016

Haberimizi okuduğunuz için teşekkürler…

Okuduğunuz bu metinler sesi kısılan, nefesi kesilen insanların sesine ses, nefesine nefes verme çabası. Bu çaba, karınca kararınca Nemrut'un ateşine karşı "yerimiz belli olsun" çabası. Bu çaba, 'zalim zulmederken sen ne yaptın?' diye sorulduğunda "dik durdum" deme çabası. Bu çabanın devam etmesini isteyen dostlarımız aşağıdaki ürünü alarak destek verebilirler. Desteğiniz için yürekten teşekkürler.

Bu yayınların devam etmesi için verdiğiniz destek için çok teşekkürler...