Soğuk bir kış gecesi…
Sessizlikle beraber belli belirsiz bir hüzün hakim.

 

Her yer ayaz, her yer kar, her yer buz.

 

Evde olmanın ne büyük rahmet olduğunu insana hatırlatmaya çalışırcasına çırpınan bir hava..

 

Kahverengi büyük sobanın sıcaklığı odanın kireçli duvarlarını, ahşap kalaslarla örülmüş tavanını ısıtıyor..

 

Sobanın arkasında oturmayı veya bir kedi gibi tünemeyi sevdiğimden yine aynı yerdeyim..
Yedi kardeşiz, evde babam varken hele de kitap okuyorken kimse konuşamaz.

 

Babam asabi mi asabi.

 

Genelde çok az konuşur.

 

Eskilerden bahisler açmasını, hatıralarını anlatmasını çok seviyorum ama çok nadir anlatıyor.

 

Konu nereden dedeme geldi, nasıl başladı babam, bize babasını anlatmaya hatırlamıyorum.

 

Dedeniz mollaydı.

 

Tahsilli adamdı. Medresesi, öğrencileri vardı.

 

Belli başlı bazı kitapların okunması yasaktı. Yasaklı kitapları okumaktan, örgüt kurup devlete karşı gelmekten, kıraathanelerde Allah’ı anlatmaktan ötürü tutuklandı.

 

Kars-Sarıkamış’a götürdüler.

 

Günler sonra ziyaretine gidebildim.

 

Ayakta duracak mecali yoktu. Belli ki işkence edilmişti.

 

Dedeniz bana doğru yürürken kolları yana gereğinden fazla açıktı.

 

Nedenini sonra kendi açıkladı.

 

Koltuk altlarına sıcak yumurta koymuşlar, şişmiş, su toplamış o yüzden kollarını kapatmaya çalışınca acıyor, hatta kapatamıyor..

 

Babam dedemin hapiste yaşadıklarını anlattıkça anlatıyor.

 

Hüznü gözlerinde buğulanıyor.

 

Onu ilk kez öyle görüyorum ve henüz 6 yaşındayım.

 

Beynime babamın gözleri de dedemin yaşadıkları da kazınıyor.

 

İçten içe, dedeme bunu yaşatanlara öfke duyuyorum ama kim onlar kestiremiyorum.

 

İlkokul dördüncü sınıf öğrenciyim.

 

Bizim evde her gece bir saat kitap okuma zorunluluğu var.

 

Annem kim ne kadar okudu kim ne kadar ders çalıştı not tutuyor.

 

Babam eve geldiğinde kulağına fısıldıyor.

 

Eksiği gediği olana karşı babamın pek de merhametli davrandığını söyleyemem.

 

O gece herkesin elinde kitap..

 

Babam evde yok, yine çok soğuk gecelerden biri.

 

Gelmesi gereken saatte gelmiyor.

 

Geceyi 12 ediyoruz.

 

Annem telaşlı fark ettirmemeye çalışıyor, babam yok.

 

Bir süre sonra uykuya yenilip uyuyoruz..

 

Gece getiriyorlar babamı. Ellerinde kelepçe, kolunda iki polis..

 

Suçu dedemle aynı.

 

‘Ders yapmak’’

 

Arkadaşlarıyla bir araya gelmiş ‘’ders’’ yapmışlar. Ders dedikleri şey fıkıh, hadis, kelam, meal dersleri.

 

Yedi çocukla annem bir başına kalıyor yaban ellerde. Zira memleketimiz olan Urfa’dan çok uzakta Van’dayız..

 

En küçük kardeşim, doğru düzgün konuşamıyor. ‘’Babamı horozlar götürdü’’ diyor.

 

Horoz dediği de polis.

 

Annemim, ‘babanızı polisler götürdü’ ifadesindeki polisi, horoz anlamış. Horoz ile polis arasındaki ayırımı yapamayacak kadar küçük.

 

Ama ben ayrımı yapabiliyor, polisi tanıyorum.

 

‘’Dedeme işkence edenler, babama da yaptılar yapacaklarını’’ diye düşünüyorum. Artık öfkemin adresi belli.

 

Gün geçtikçe öfkem büyüyor.

 

‘Anarşist’ diye gözaltına alınıp bir daha geri getirilmeyen, ‘teröristmiş’ diye baskın yapılıp ters kelepçeyle evlerinden alınan komşularımızın büyük oğulları, yani mahallenin abileri büyüyen öfkemi perçinliyor..

 

Sokaklarımızda kol gezen Beyaz Toroslar, ölümün sessizliğini taşıyor.

 

Devletle tanışıyorum. Mesele ne asker ne polis..

 

Meselenin gerçekliğini kavramaya başlamışım.

 

Ne talihsizlik ki kavradığım devlet gerçeği, babamın gözünde farklı bir kutsallık taşıyor

 

İtirazım, isyanım var bu kutsala ve babamın mahallesinden kopuşum çok hızlı oluyor..

 

Zaman akıp giderken, babam gibi düşünmediğimden, yaşamadığımdan zorunlu tecritlere maruz kalıyorum..

 

Kutsal devlet durmuyor, insanların hürriyetine, özgürlüğüne, yaşam biçimlerine saldırmaya devam ediyor..

 

Onun için sağın solun, dindarın dinsizin bir anlamı yok o kendi bekası adına hepimizi tek solukta yutacak kadar azgın..

 

Devran dönüyor..

 

Bir ülkenin ömründe kısa sayılacak bir zaman sonra, muhafazakar mahallenin devletle cedelleşen abileri devlet oluyor..

 

Babamın arkadaşları artık devletin başında.

 

Kendi gibi olanlara bile tahammülleri, yok.

 

Adliye binaları ve mahkeme önlerinde elinde Kur’an, düne kadar aynı safta aynı mahallede aynı çizgide oldukları başörtülü kadınlara merhamet duymak bir yana, onlara hak ettiklerini çeken zavallılar gözüyle bakıyorlar..

 

Dedeme, babama, komşularıma yapılanlara itirazım olduğu gibi devleti kuşattığını sanıp gerçekte devletçe kuşatılmış bu dindarımsı yapının yaptıklarına da itirazım var.

 

İtirazımı sessizlik rızasına gömülerek değil en üst perdeden yapıyorum.

 

Çağrıldığım televizyon programlarında, yazdığım yazılarda her an her yerde elimden geldiğince babamın arkadaşlarına ‘durun’ demek için çırpınıyorum.

 

Çırpınmam yeni devlete rahatsızlık vermiş.. Vermeli de..

 

El altından, el üstünden binlerce defa haber gönderiyorlar… Sussun, yapmasın, itiraz etmesin, kendini de yakmasın diye tehditler savuruyorlar…

 

Üç yıl öncesine kadar Ankara’da belediye başkanlığına aday olmam için yalvardıklarında vaziyeti abes karşıladığım gibi şimdi de tehditlerini abes karşılıyorum..

 

Babam haber gönderiyor.

 

Gelse de konuşsak.

 

Gidiyorum, yine kitap okuyor.

YAZININ DEVAMI

Haberimizi okuduğunuz için teşekkürler…

Okuduğunuz bu metinler sesi kısılan, nefesi kesilen insanların sesine ses, nefesine nefes verme çabası. Bu çaba, karınca kararınca Nemrut'un ateşine karşı "yerimiz belli olsun" çabası. Bu çaba, 'zalim zulmederken sen ne yaptın?' diye sorulduğunda "dik durdum" deme çabası. Bu çabanın devam etmesini isteyen dostlarımız aşağıdaki ürünü alarak destek verebilirler. Desteğiniz için yürekten teşekkürler.

Bu yayınların devam etmesi için verdiğiniz destek için çok teşekkürler...