Cemaat ile AKP arısındaki gerginlik, daha doğrusu AKP’nin cemaati “hedef tahtasına koyma süreci” 17-25 Aralık soruşturmaları ile başladı. Tabi bu işin görünen tarafı.

Görünmeyen tarafı ise şu; hükümetin 25 Ağustos 2004 tarihinde yapılan Milli Güvenlik Kurulu toplantısında “Fethullah Gülen Grubu’nun faaliyetlerine karşı alınması gereken tedbirler” kararının altına imza atmış olması, içinde pek çok soru işaretini barındıran muğlâklıklar içeriyor.

Ali Bulaç’ın AKP’nin kuruluş sürecinde küresel sermaye ile yapılan pazarlıklar ile ilgili olarak yaptığı açıklamalar da cabası.

Acaba diyoruz, en baştan beri” hesabı incelikle yapılmış” olan master bir plan mı vardı?

Bu sorunun cevabı için Ergenekon Davası’nın “mihenk taşı” olduğunu düşünüyorum.

Yani aslında “Türk Baharı”nın tasarımcıları AKP’yi 28 Şubat süreci ile bugünlerde yaşananlar arasında bir köprü olarak düşünmüş olamazlar mıydı? O günlerde başaramadıklarını bugün hayata geçirmek gibi.

Niye mesala?

Biraz geriye doğru gidelim ve süreci gözden geçirelim;

Ergenekon Davası’nda ne oldu?

Belki de yaşlanmış ve iş göremez hale gelmiş ulusalcı kadrolar adeta “kusursuz bir operasyon” ile sanki “geri alınmak üzere” teslim edildiler.

Peki, alındılar mı? Evet alındılar. Bir tanesi parti mitingleri bile düzenliyor.

Olan kime oldu?

AKP’ye mi?

Hayır. Siyasi iktidar şimdilerde, dün kendisi için cellâtlık rolüne soyunanlar ile bugün sarmaş dolaş. Kırk yıllık dava arkadaşı gibiler. Cumhurbaşkanı Erdoğan Mart 2015’de Çanakkale Zaferi ve Şehitler Günü’nün 100. Yılı nedeniyle Harp Akademileri’nde yaptığı konuşmada, Balyoz Planı ile ilgili olarak “aldatıldık” demedi mi?

Ama planları deşifre eden Mehmet Baransu, Silivri’de.

Yine yargıda en kritik noktalara yapılan atamalarda mesela Perinçek’in tercihleri ne kadar etkili? Kendisi hakkında tutuklama kararı veren cumhuriyetin hâkimleri 17 ve 25 no’lu hücrelerde kalıyor. Enteresan değil mi?

Yüzlerce emniyet müdürü ya görevden alındı ya da sürgün edildi. Savcılar görevlerinden el çektirildi. Cemaatin yurt içi ve yurt dışı okulları kapatılmaya çalışıldı. Medya organları yöneticileri adliyelere sevk edildi. Hidayet Karaca tutuklandı. Basın-yayın organlarının kapatılmasına yönelik girişimler gündeme geldi. Bankasya’ya yapılanlar ortada. Son zamanlarda Konya’da iş adamlarına yönelik tutuklamalar ile hukuk katlediliyor.

Hatta bir cumhurbaşkanı dünya siyasi tarihi’nde eşi benzeri görülmemiş şekilde, yurt dışında kendi okullarının kapatılması için girişimlerde bulunuyor.

Bütün bu olup bitenlerden sonra “bazılarının” meşhur ifadesi ile soruyu tekrar soralım;

Acaba o “üst akıl” neyi amaçlamış ve kimleri aracı yapmıştı?

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

Haberimizi okuduğunuz için teşekkürler…

Okuduğunuz bu metinler sesi kısılan, nefesi kesilen insanların sesine ses, nefesine nefes verme çabası. Bu çaba, karınca kararınca Nemrut'un ateşine karşı "yerimiz belli olsun" çabası. Bu çaba, 'zalim zulmederken sen ne yaptın?' diye sorulduğunda "dik durdum" deme çabası. Bu çabanın devam etmesini isteyen dostlarımız aşağıdaki ürünü alarak destek verebilirler. Desteğiniz için yürekten teşekkürler.

Bu yayınların devam etmesi için verdiğiniz destek için çok teşekkürler...