Türkiye’de, korkunun değil umudun hâkim olduğu Nevruz’lar da kutlanmıştı. Özellikle 2013’ten itibaren, meydanlar cıvıl cıvıldı; barış kokuyordu. Sarı-yeşil-kırmızı renklerle donatılmış kürsülerde, Öcalan’ın mesajları, Türkçe ve Kürtçe olarak okunuyordu.

Öcalan, ilk defa 2013’te Diyarbakır’da, Sırrı Süreyya Önder ve Pervin Buldan aracılığıyla vatandaşlara seslendi: “Silâhları bırakın, sınır dışına çıkın” dedi. “Happy Nevroz”balonları uçuruldu. Niyazi Koyuncu Lazca şarkılar söyledi.

2014’te, bugün, kan ağlayan Diyarbakır’ın Bağlar ilçesi, birlik ve beraberliğin müjdecisiydi. Gene Öcalan’ın mesajı okundu. Şöyle diyordu: “Yüreğinde barışa bir yer açan, sesimize kulak veren herkesi, tüm Türkiye’yi, bir olmaya çağırıyorum. Bizler, gencecik fidanları, canları, aşkları kül eden savaş ateşini, yine böyle bir günde, geçtiğimiz Nevruz’da söndürmüş ve barış için meşaleyi yakmıştık. Sevgili Türkiye, halkı tarih bize göstermiştir ki, kararlı bir barış sergilenmezse, tarih yine bildiğini okur. Çok kayıplı dönüşümlerle cevaplarını üretir. Önümüzdeki en yakıcı şekilde cevap bekleyen şey, tekrarlanan darbelerle mi, demokrasilerle mi yola devam edeceğiz. Soru budur.”

28 Şubat 2015’te, Dolmabahçe’de bir araya gelen AK Parti ve HDP temsilcileri, 10 madde üzerinde mutabakata vardılar. Sırrı Süreyya Önder, Öcalan’ın niyet mektubunu kamuoyuyla paylaştı. Bu mektupta Öcalan, PKK’nın kongre toplayıp, silahlı mücadeleden vazgeçebileceğinin işaretini veriyordu: “Asgari müştereğin sağlandığı ilkelerde, silahlı mücadeleyi bırakma temelinde, stratejik ve tarihi kararı vermek için, PKK’yı, bahar aylarında, olağanüstü kongreyi toplamaya davet ediyorum. Bu davet, silahlı mücadelenin yerini demokratik siyasetin almasına yönelik tarihi bir niyet beyanıdır.”

 

BARIŞTAN SAVAŞA…

 

7 Haziran 2015’te genel seçimler vardı. HDP, bağımsız adaylarla değil, parti olarak girmeye karar verdi. Barış havası içinde, Selahattin Demirtaş’ın sempatizanlarının sayısı git gide artıyordu. HDP’nin barajı aşmasına kesin gözle bakılıyordu. Üstelik Selahattin Demirtaş, İmralı’da yürütülen müzakerelerin aksine, Erdoğan’ın Başkanlığına hiç de ılımlı bir gözle bakmıyordu. 17 Mart 2015’te sarf ettiği “Seni Başkan yaptırmayacağız”cümlesiyle ipler tamamen koptu. Tayyip Erdoğan, barış sürecinin HDP’nin büyümesine yol açtığını, bu partinin güçlenmesinin AK Parti’nin oylarını düşürdüğünü ve -onun için en önemlisi- Başkanlık hayallerini engellendiğini gördü. Selahattin Demirtaş’ın o konuşmasının hemen ardından, Dolmabahçe mutabakatını tanımadığını belirten sözler sarf etti. Barışın yerine savaş stratejisi benimsedi. Ama henüz provokasyonlar başlamamıştı.

 

2015 Nevruz’unda, Öcalan, Dolmabahçe mutabakatı devam ediyor gibi, barışı önceleyen bir açıklama daha yaptı: “Yürüttüğümüz mücadele bugün tarihi bir eşiktedir. Acılarla geçen bu mücadele boşa gitmediği gibi sürdürülemez bir aşamaya da varmış bulunmaktadır. Tarihi Dolmabahçe Sarayı’nda, hepimizce resmen ilan edilen 10 maddelik deklarasyon kapsamında, yeni bir süreci başlatmakla karşı karşıyayız. PKK’nın, TC’ye karşı yaklaşık 40 yıldır yürüttüğü silahlı mücadeleyi sonlandırmak ve yeni dönemin ruhuna uymak için bir kongre yapmasını gerekli ve tarihi görmekteyiz.Kongremiz toplanıp yeni bir dönem başlatmalı. Anayasal vatandaşlığı, eşit ve özgür yaşamı esas alan bir dönemin startı verilmeli. Çatışmalı süreçten sonra, barışın olduğu sürece giriyoruz.”

Aslında, Öcalan’ın daha kesin bir dil kullanacakken, -Erdoğan’ın “Dolmabahçe mutabakatını tanımıyorum; İzleme Heyeti kurulacağından haberim yoktu” sözleri üzerine- bundan vazgeçtiğini, bizzat Bülent Arınç’tan öğrendik. Arınç, bu açıklamasıyla, barışın baltalanmasında ilk adımı kimin attığını da itiraf etmiş oldu.

VE BUGÜN…

Yıl 2016… Nevruz’da, herkes evinde, herkes korku içinde. Artık, gökyüzü barış kokmuyor. Bahar renkleri kan kırmızısına dönüştü. Bir zamanlar 1 Mayıslarda yaşadığımız travmaları hatırlatan esaret zincirini yeniden kuşandık. Galatasaray-Fenerbahçe maçı bile son anda iptal edildi… Sokaklar ıssız… AVM’ler tenha… Metro istasyonları bomboş…

7 Haziran öncesinde coşkuyla kutlanan Nevruz bayramları, ne oldu da birden bire şölen olmaktan çıkıp, korku canavarlarına dönüştü? Seçim hesapları ve Başkanlık hesapları… Terörden oy devşirebileceğini sanırken, birden bire şiddet eylemlerinin kontrol edilemez hale gelmesi…

 

PKK’yı da, IŞİD’ı da lanetliyoruz… Ama siyasi iktidarın sorumluluğunu görmezden gelmek mümkün mü? Kalifiye personeli yok et; güvenlik güçlerinin motivasyonunu sürgünlerle kır, 4 düvelle düşman ol…

 

Türkiye’nin coğrafi haritası değişti! İki bölge oldu…

FARKINDA MISINIZ?

CHP, dokunulmazlıkların toptan kaldırılmasını talep ediyor. Yargının bugünkü durumunda, AK Partililere ait dosyaların üzeri kapatılırken, muhalefet milletvekillerinin başına çorap örüleceği çok açık. Bir örnek vermek gerekirse… Adalet Bakanı Bekir Bozdağ’ın yargıyı etkileme suçlamalarından kurtulmasını gösterebiliriz. Adalet Bakanı Bozdağ hakkında 2 fezleke mevcuttu. Bunlardan biri, Adana’da, MİT TIR’larının durdurulmasıyla ilgili, Adana Cumhuriyet Başsavcısı Süleyman Bağrıyanık’a müdahalesi, diğeri, İzmir liman yolsuzluğu merkezli operasyon sırasında, İzmir Cumhuriyet Başsavcısı Hüseyin Baş’a telefon etmesi. Her iki başsavcıdan da, soruşturmayı yürüten savcıların görevden alınmasını istemişti.

Yargıyı etkilemeye teşebbüs” suçundan dolayı, İzmir Cumhuriyet Başsavcılığı Özel Soruşturma Bürosunca hazırlanan fezleke, Adalet Bakanlığı’na gönderildi. Adalet Bakanlığı, fezlekeyi iade etti. Bu arada, Başsavcı Hüseyin Baş görevden alındı ve yeni atanan İzmir Cumhuriyet Başsavcısı, “soruşturma koşullarının gerçekleşmediğine” hükmetti.

Adana’da farklı bir gelişme ortaya çıkmıştı. Adana Başsavcısı Ali Doğan, takipsizlik kararı verdi ama, Tarsus Ağır Ceza Mahkemesi’ne itiraz edildi. Ve Tarsus’taki mahkeme, takipsizlik kararını bozdu. Sonrasında muhtemelen, bir takım operasyonlarla, Bekir Bozdağ, tıpkı İzmir’de olduğu gibi Adana dosyasından da sıyrılmayı başarmıştır.

Eski Adana Başsavcısı Süleyman Bağrıyanık şu anda cezaevinde… Eski İzmir Başsavcısı Hüseyin Baş da önce Samsun’a atandı, sonra da düz savcı olarak Gaziantep’e… Bekir Bozdağ ise hâlâ Adalet Bakanı…

Bilmem dokunulmazlık kalkınca başınıza neler geleceğinin farkında mısınız?

Kaynak: Özgür Düşünce
Haberimizi okuduğunuz için teşekkürler…

Okuduğunuz bu metinler sesi kısılan, nefesi kesilen insanların sesine ses, nefesine nefes verme çabası. Bu çaba, karınca kararınca Nemrut'un ateşine karşı "yerimiz belli olsun" çabası. Bu çaba, 'zalim zulmederken sen ne yaptın?' diye sorulduğunda "dik durdum" deme çabası. Bu çabanın devam etmesini isteyen dostlarımız aşağıdaki ürünü alarak destek verebilirler. Desteğiniz için yürekten teşekkürler.

Bu yayınların devam etmesi için verdiğiniz destek için çok teşekkürler...