Bulduğu her hayır imkanını değerlendirmeye gayret eden, gönlü zengin bir dostum var. Önceki gün kendisine Kızılay’dan bir SMS gelmiş. Gelen mesajda “Bağışlarınızla ihtiyaç sahiplerinin yanındayız; destek olmak için şu numaraya mesaj atın…” gibi bir şey yazıyormuş. Kendisi bu mesaja pek bir içerlemiş. Telefon numarasının yarı resmi bir kurumun eline nasıl geçtiğinden başladı, Kızılay’a biçilen ve gittikçe siyasi boyutu ön plana çıkan rolden duyduğu rahatsızlıkla devam etti. Arkadaşımla bir süre sohbet ettikten sonra eleştirilerinin hiç de yersiz olmadığını fark ettim. Meselenin detaylarına çok da vakıf olmayan biri için biraz karışık olabilecek bu meseleyi ana hatlarıyla yazmak istedim.

Buyurun efendim;

Günümüzdeki ismi Kızılay olan teşkilat esas olarak savaş ortamlarındaki yaralılara sağlık hizmeti sunmak maksadıyla kurulmuştur. Dönemin siyasal şartlarından dolayı birkaç kez kapatılıp sonradan yeniden açılan kurum uzun yıllar “Osmanlı Hilal-i Ahmer Cemiyeti” ismini kullanmıştır. Cumhuriyet döneminde ise teşkilat 1937’de “Türkiye Kızılay Cemiyeti” ve 1947’de “Türkiye Kızılay Derneği” ismini almıştır.

Kızılay, Uluslararası Kızılhaç ve Kızılay Dernekleri Federasyonu’nun bir üyesidir. Bu kuruluş hükümetler dışı bağımsız bir oluşumdur. Federasyonun temel felsefesi, siyasi erklerden ve onların etkisinden uzak bir insani yardım sistemini hayata geçirmektir.

Kızılay’ın şimdiki genel başkanı, bir tıp doktorudur. Mesleki kariyerinin tamamını, İstanbul Büyükşehir Belediyesi’nden başlamak üzere şimdiki cumhurbaşkanı R.Tayyip Erdoğan’ın ve onun siyasal ikliminin çevresinde geçirdi. Kızılay Genel Başkanlığı’ndan önceki görevi ise Yeryüzü Doktorları’nın (YYD) başkanlığı idi. Yeryüzü Doktorları sağlık camiasında özel bir yeri olan önemli bir oluşum. Türkiye’deki bilinirliğinin düşük olmasının sebebi, oldukça spesifik bir hizmet alanına hitap ediyor olmasından olsa gerek. Bir dönem cemaatteki doktorların da aktif olarak görev aldığı kurumun, özellikle Afrika’daki sağlık, tarama ve halk sağlığı faaliyetleri takdire şayan. Gönülden bir hayır hizmeti. Yeryüzü Doktorları özellikle genç tıbbiyeliler arasında da etkin bir oluşum. Kendi web sitelerinde hemen her üniversitede yerel birlikleri ya da toplulukları olduğunu belirtiliyor. Ancak bu oluşumun, bazısı ciddi ve maalesef bazısı da kurumsal kusurları var.

Bana göre en ciddi kusurları, kendilerini Siyasal İslam ekolüne fazlasıyla kaptırmış olmaları. Özellikle Genç Yeryüzü Doktorları (Genç YYD) gönüllüleri, son üç yıldır hemen hemen tüm sosyal medya platformlarında cemaate en üst perdeden ve desteksiz ithamlarda bulunan grupların başında geliyor. Bunu yaparken kullandıkları en önemli argümanlardan biri “Mavi Marmara”. Yani Genç YYD’ler, Gazze ve Mavi Marmara konusunda ödünsüz bir fanatizmin içindeydiler. Fanatizm kelimesini ve -di’li geçmiş zaman kipini bilerek kullanıyorum. Çünkü sosyal medyada aktif olanların bir kısmı profil resimlerinde Mavi Marmara’yı ve o baskında hayatını kaybeden Furkan’ın resimlerini kullanıyordu. Buldukları her fırsatta “otorite”, “izin”, “İsrail” gibi kelimeleri peş peşe sıralayıp koca bir camiaya (ya da cemaate diyelim) topluca nefret kusuyorlardı. İşin ilginç tarafı, onların bu fanatizmine şahit olan büyüklerinden, neredeyse hiçbir sakinleştirici tepki gelmiyordu. Bir topluluğa kin kusmak, nefret kelimelerini en üst perdeden kullanmak ve bunu bir dava uğruna yapıyor olmak…

Yeryüzü Doktorları için IHH, bir kardeş kuruluştu. Aynı siyasal iklimde neşet etmiş iki farklı ağaç gibi. İşte ne olduysa bundan bir süre önce başlayan İsrail’le yakınlaşma aşamasında oldu. Önce Bakan Zeybekçi, İsrail için “Türkiye’nin önemli bir müttefiki olduğunu” söyledi. Ardından da geçen hafta Türkiye ile İsrail arasında Mavi Marmara olayından sonra tümden kopan ilişkiler bağlamında, önemli bir uzlaşma sağlandı. Süreç o kadar hızlı gelişti ki Atatürk Havalimanı patlamasının ertesi günü, sanki terör saldırısının acıları unutulmuş gibi Cumhurbaşkanı Erdoğan, katıldığı iftar programında IHH’ya ağır eleştiriler yöneltti.

Bu kısmı aslında kamuoyu yakından biliyor. Ancak kamuoyunun gözünden kaçmış olma ihtimali hayli yüksek başka bir konu var. Eskinin Yeryüzü Doktorları’nın, şimdininse Kızılay Genel Başkanı’nın bir süre önce gerçekleştirdiği İsrail ziyareti. Bu ziyarette, Gazze’ye de gidilip bazı yardımların elden ulaştırıldığını not edelim. Ancak esas nokta şu: o günler Türkiye’nin İsrail devletiyle olan yakınlaşmasının henüz resmen açıklanmadığı bir dönemdi. Tabanı IHH’ya büyük bir sempati besleyen bir kuruluşun eski başkanı; İsrailli meslektaşıyla, İsrail bayrağı önünde gülerek poz veriyordu.

Bu fotoğrafı ilk gördüğümde rahmetli ninemin bir sözü geldi aklıma: “Ağzını büzmesinden -Osman- diyeceği belliydi zaten!” Resme biraz daha geniş perspektiften baktığımızda şöyle bir tablo ortaya çıkıyor: Mavi Marmara konusunda mangalda kül bırakmayan bir tabana hitap eden bir başkan, İsrail bayrağı önünde poz veriyor. Bu görüntüyü taban nasıl içine sindiriyor? Bu görüntünün bir diğer derin anlamı ise artık IHH’nın işlevinin sona erdiği, onun yerine bu rolü Kızılay’ın üstleneceği. Zira bu gerçeği, Cumhurbaşkanı da açıkça ilan etti zaten. O’na göre gürültü ve şamatayla değil, devlet ciddiyetiyle bu işler yapılmalıydı.

Şimdi bu noktada iki temel sorun karşımızda duruyor:

Birincisi tamamen sosyolojik bir konu; acaba bunca zamandır “cihat”, Mavi Marmara”, “zulüm”, İsrail”, “otorite”, paralel” vs argümanlarına abanarak belli bir düşünce sistematiği geliştirmiş insanlar, bu yeni durumla nasıl yüzleşecekler? Şahsen bu konuda çok da umutlu değilim. Zira Siyasal İslam’ın düşünce pratiğinden beslenmiş beyinlerin özeleştiri refleksine sahip olmalarını beklemek, biraz hayalcilik bana göre. Bunca yıldır bildikleri-tanıdıkları bir kişinin, savundukları temel prensiplere taban tabana zıt bir görüntü vermesini nasıl rasyonalize edecekler, doğrusu merak ediyorum. Ancak öte yandan Kızılay Başkanı, (gerçi artık unuttuğumuz) istifa mekanizmasını kullanıp, öyle bir resim vermeseydi; muhtemelen bu sefer de siyasi iradeden tokat yiyecekti. Ne yapsın şimdi bizim Siyasal İslamcılar?

İkinci sorun ise biraz daha ilkesel boyutta. Az önce bahsetmiştim; Kızılay, Uluslararası Kızılhaç ve Kızılay Dernekleri Federasyonu’nun bir üyesi. Bu kuruluşun temel felsefelerinden birisi hükümetler dışı bağımsız bir oluşum olması. Şimdi burada bir miktar soluklanalım: Kızılay, siyasi duruşu bakımından bağımsız bir görüntü veriyor mu? Bana göre bu sorunun cevabı; kesinlikle hayır. Bunun için biri küçük ama önemli, diğeri de genel iki örnek vermek istiyorum. Birkaç ay önce Cumhurbaşkanı’nın Rize gezisinde kendisini o ilin Kızılay şubesinin astırdığı bir pankart karşılıyordu. Nedense medyada pek gündem olmayan pankartta şöyle yazıyordu: “Hastanın kana, ülkenin ve ümmetin sana ihtiyacı var!” Şimdi düşünelim lütfen; binlerce insandan kan bağışı kabul eden, bunun için pek çok kampanya düzenleyen bir kurum, nasıl olur da bir kişiye bu kadar methiye düzebilir? Temel varoluş sebebi çoğulculuk olan ve daha çok insana ulaşmayı hedefleyen bir kurum nasıl olur da bir kişiyi bu kadar açık ve net odağına alabilir? Üstelik böyle bir pankartı, yoldan geçen biri asmadığına göre? Altındaki Kızılay logosuyla belli ki yerel idarenin de bilgisi dahilinde bir slogandı.

Diğer örneğim ise dün sabah arkadaşıma gelen SMS le bağlantılı. O mesajın aynısı, Ramazan pidesi almak için uğradığım bizim mahallenin bakkalına da geldi. Bizim bakkalın gönlü zengin; hemen mesajı cevaplayıp oracıkta bağışta bulunuverdi. O, kendince bir insanlık görevi yaptı; evet. Ama sonrasında bu işler hangi şekle dönüyor, nasıl boyut değiştiriyor? Bu bağışlar, bizler farkında olmadan başkasının dünyalık puan hanesine yazılıyor olabilir mi, mesela? Cumhurbaşkanı, Kızılay’ın insani yardımları söz konusu olduğunda “Biz Gazze’ye, Filistin’e ve nerede bir mağdur varsa oraya şu kadar yardım yaptık!” diyor. Meydanlarda binlerce, ekranlarda milyonlarca insan kendisini izliyor. Ustaca kelime oyunlarıyla anlatıyor. Duyan da sanır ki tüm yardımları Türkiye Cumhuriyeti devleti (ya da AKP) kendi bütçesinden ayırdığı paydan gönderiyor. Bu durum, niyeti bu olmayan insanların yaptıkları yardımdan siyasi bir kazanç elde etmek değil de nedir?

Velhasıl, değişen konjonktüre göre Kızılay’a daha önemli ve aynı zamanda da hayli siyasi bir rol verileceği belli oldu. Aslında insani yardım kısmı aynen IHH’nınki gibi ama felsefi tabirle “içsel motiv” leri taban tabana zıt. IHH, İsrail otoritesini tanımama üzerine kurulu bir yaklaşıma sahipken; Kızılay otoriteye saygıda kusur etmeme, onunla ortaklık ve onun iznini önemseme yaklaşımına sahip.

Tabi bu durumda herkesin sorduğu soru tekrar gündeme geliyor; öyleyse Furkan niye öldü?

Siyasal İslam’dan beslenen kesimler için bu duruma alışmanın da fazla zaman almayacağını düşünüyorum. Büyüklerini ilgiyle takip eden genç nesil ise Siyasal İslam düşüncesinin çark etme konusundaki maharetini bizzat yaşayarak tecrübe ediyor. Bir hafta içinde en temel düşüncelerde bile taban tabana zıt bir tutum almanın muhteşem örneklerini görüyoruz. İlkesizliği temel ilke edinmiş, ilkesini fani kişilere bağlamış ve insani değerlerden hayli uzak bir yapıdan, ilkesel bir tutum beklemek belki de tatlı bir hayaldi.

Sosyal yapının her alanında; muhakeme yeteneğini devreye sokabilen, düşünen ve eleştiri üretebilen kafalara ne çok ihtiyacımız var. Tek tip insan yetiştirme konusunda oldukça başarılı bir ülkenin evlatları olarak, keşke bu kadar tekdüze olmasaydık. Kızılay gibi köklü bir kurum gözümüzün önünde kayıp gidiyor; esas fonksiyonundan uzaklaşıyor. Siyasallaşmış ve siyasi iradeyle bu kadar iç içe geçmiş bir kurumun, uluslararası alanda ne kadar başarılı olabileceğini de yine bize zaman gösterecek. Ama keşke, kadim değerlerimizi ve kurumlarımızı siyasi konulara malzeme etmiyor olsaydık…

Acaba Kızılay’ın kurucularından; Dr. Marko Paşa’nın, Dr. Abdullah Bey’in, Dr. Kırımlı Aziz Bey’in ve Serdar-ı Ekrem Ömer Paşa’nın kemikleri sızlıyor mudur?

Belki de mübareklerin mezarı üzerinde bir rezidans yükselmiştir şimdi?

Kim bilir?

Ahmet Faruk ÖZKAN

02.07.2016

Haberimizi okuduğunuz için teşekkürler…

Okuduğunuz bu metinler sesi kısılan, nefesi kesilen insanların sesine ses, nefesine nefes verme çabası. Bu çaba, karınca kararınca Nemrut'un ateşine karşı "yerimiz belli olsun" çabası. Bu çaba, 'zalim zulmederken sen ne yaptın?' diye sorulduğunda "dik durdum" deme çabası. Bu çabanın devam etmesini isteyen dostlarımız aşağıdaki ürünü alarak destek verebilirler. Desteğiniz için yürekten teşekkürler.

Bu yayınların devam etmesi için verdiğiniz destek için çok teşekkürler...