Emre Uslu cemaati eleştiren ardarda 3 yazı kaleme aldı.

İlk önce cemaatte üslupçuluk sorunu adında bir yazı kaleme aldı ve cemaatteki kişilerin habire üslup konusunda birilerini uyardıklarından şikayet etti.

Bu konuda haklı tarafları olmakla beraber, cemaatteki insanların, Hocaefendi’nin ” Üslup bizim namusumuzdur”  dediği yerde, bazen hislerinin verdiği etkiyle, bazen sinirlerek yazdıkları yazılarda ve twitlerde küfür ve hakarete varacak ifadeler kullanan kişileri, cemaatteki insanların uyarmasını haklı ve yerinde bir hareket olarak görüyorum.

Kardeşinin sırtındaki akrebi gösterme mahiyetindeki uyarıların, cemaatte bulunan insanların birbirlerine yapması hem gereklidir, hemde önemlidir.

Bu konuda, cemaatteki aktrolleşme tehlikesi adındaki yazımda(Yazı), bende bu konudan muzdarip olduğumu ve böyle bir uyarının gerekli olduğunu dile getirmiştim.

Buradaki sorun, bu uyarının sürekli yapılması ve artık insanları bıktıracak hale gelmesi mevzusudur ki, bu konudaki yaklaşımım, çok fazla uyarmak insanların benliklerini karşıya almak olacağı ve bunun üslubunca ve bıktırmadan söylenmesidir.

Emre Uslu’nun Hüseyin Gülerce ve Hatemi konusunda Aksiyon dergisine getirdiği eleştirilerin haklı olduğunu ama bunun üslubunun yanlış olduğuna inandığımı daha önce yazmıştım.

Bu konuda, cemaatteki arkadaşların, bir konu hakkında veya cemaat hakkında eleştiri yapan insanlara karşı takındıkları tavır ve kullandıkları dilide yanlış buluyorum.

İnsanlar, fikirlerini ifade edebilir, haklı yada haksız eleştirilerde bulunabilir. Bunu yapan insanlara karşı, hemen savunam refleksleri göstererek, onları bölücülükle, art niyetli olmakla suçlamak doğru değildir.

Bir davayı adeta eleştirilemez ve tenkit edilemez hale sokmak, o davaya karşı insanların kafalarında şüpheler uyandırır ve antipatik gösterir.

Herkes eleştirebilir, bu hoşunuzada gitmeyebilir ama buna fikirle ve kendi tezlerinizle karşı çıkar ve savunursunuz, saldırarak değil.

Uslu ikinci yazısında cemaat içerisinde bulunan bir oligark yapının olduğunu ve bu oligark yapının cemaati kullarak kendilerine bir kazanç sağladıklarını iddia etti.

Uslu iddiasında, bu yapının maddi değil ama etkinlik, belkide bir makamı kullanarak kendilerine çıkar sağladıklarını söyledi.

Uslu’nun oligark dediği yapı, oligark ve dar bir yapılanma değil, cemaatin kendi içerisinde işlerin planlanması ve yapılmasında kurduğu istişare mekanizmasının ortaya çıkardığı yapıdır.

Cemaat’in en önemli saç ayaklarından birisi istişare mekanizmasıdır. Zira bu hem Kur’an’ın bir emridir, hemde peygamerlerin bir ahlakıdır.

Ve bu istişare mekanizmasında, elbette bazı heyetler ve bazı yapılanmalar olacaktır. Buda normaldir.

Sonuçta, koca bir cemaatin tüm işlerinde karar verilirken yada planlama yapılırken, herkesin dahil olduğu bir toplantının olması ve karar alma mercisinde olması mümkün değildir.

Bu, günümüz dünyasında hem şirketlerde, hemde partilerde de uygulanan bir sistemdir.

Milyonlarca çalışanı olan şirketler ve yüzlerce vekili olan partiler bile, bir yönetim kurulu yada karar alma gurupları oluştururlar kendi aralarında ve şirketleri bu şekilde yönetirler.

Eğer eleştiri, bu kurullardaki insanların, bulundukları makamları, kendileri adına kullanarak bir avantaj yada çıkar sağlaması mevzusu ise, bu olabilir.

Zira insanlardan oluşan bir yapıda, elbette insanların zaaflarından ve ihtiraslarından dolayı, bazı insanlar bu makamlarını kendileri adına kullanmaya çalışabilir.

25 yıllık hizmet hayatımda buna şahit olduğum olaylarda olmuştur.

Ama bunun cemaatte çok olduğunu görmedim, bunu yapan insanlarında uzun vaadede elenip gittiklerini, ve tasfiye edildiklerini gördüm.

Uslu’nun, cemaatin kendi insanlarını değerlendirmeyerek dışardan insanları ön plana çıkarması konusundaki eleştirisine öteden beri bende destek verdim.

” Ev danasından öküz olmaz” anlayışının, cemaatin yıkması gereken bir anlayışı olduğunu ve bunun ilerde ciddi imtihanlara sebep olacağına inanıyorum.

Bu konuda, cemaatin özellikle yaşadığımız bu süreçle, bu yanlışından dönerek, kendi içerisinde yetişen insanların önlerini daha da açacağını ve onları teşvik edeceğine inanıyorum.

Bu noktada, cemaatte olan insanlarda şu anlayışında olduğunu biliyorum.

“Vazife istenilmez verilir.”

Bu doğru ve cemaatin bu günlere gelmesinde önemli bir dustur olduğuna inanıyorum. Ama bu konunun dengeli bir şekilde uygulanması ve insanların küstürülmemesi gerektiğininde altını çizmek istiyorum.

Uslu’nun en son yazdığı yazı ise, Zaman Gazetesi’nin yayın politikasının değişti ve hükümete yönelik eleştiri yapmayı bıraktığı ve bununla ölü taklidi yaptığı, bununlada kendisini korumaya çalıştığı noktasındaydı.

Ben bu meselede Emre Uslu’nun düşüncelerine katılmıyorum.

Neden

1- Cemaat binlerce insandan meydana gelmiş bir yapı. Bu insanlar hem bu cemaat vasıtasıyla inandıkları bir davaya hizmet ediyor, hemde cemaatte çalışarak hayatlarını devam ettiriyorlar.

Bu nedenle, Zaman Gazetesi’nin, yayın politikasındaki yumuşak muhalif duruşun, kendi çalışanlarını korumaya yönelik bir önlem olduğuna inanıyorum.

Zira, Samanyolu TV, Bugün TV, Bugün Gazetesi, Kaynak Holding, Asya Finans gibi binlerce çalışanı olan kurumlara çöken ve orda çalışan insanları işlerinden atan, hemde tazminat vermeyerek atan zalimlere karşı, Zaman Gazetesi, kendi çalışanlarını en azından az zararla ayakta tutma gayretindedir.

Zira bu kurumları sade bir şirket gözüyle ve çalışanlarıda orda çalışanlarıda birer çalışan gözüyle bakmıyor cemaat.

Cemaat, işinden olan insanlara sahip çıkmayı, onlara yeni iş bulmayı, onların bu süreçte maddi manevi sıkıntılara düşmemeleri adına kendini sorumlu ve vazifeli görüyor.

Bu nedenle, Zaman Gazetesi gibi, binlerce çalışanı olan ve bu kurum sayesinde geçimini sağlayan insanların geleceklerini düşünmek elbette Zaman Gazetesi’nin yönetim kadrosunun işidir ve bunu yapmaya çalışıyorlar.

Kaldı ki, hükümete ve Erdoğan’a karşı en sert muhalif duruşu , yine cemaatin diğer yayın organları yapıyor ve bundan geri adım atmış değillerdir.

2- Bu cemaat, hep peygamberlerin hayatında yaşanan hadiseleri ve bu hadiselerden çıkarılan dersleri kendilerine örnek almıştır.

Cemaat’in bugünkü stratejisini ve duruşunu ben, Hendek Savaşında, Peygamber’in uyguladığı strateji olarak görüyorum.

Hendek savaşı bir savunma savaşıydı, sahabeler içinde bazı insanların,” meydan muharebesi yapalım” demesine mukabil, efendimiz bir savunma savaşı yapılmasını istiyordu ve bunu istişare etti ashabıyla.

Zira dışarda değişik kabilelerden toparlanmış yaklaşık 20 bin kişi Medine’ye doğru yola çıkmış ve taş taş üstünde bırakmamayı istiyorlardı.

Efendimiz ferasetiyle, Medine’de bulunan çocuk ve kadınların korunması ve onların canlarına zarar gelmemesi adına, o zamanlar 3000 sahabinin bu orduyla meydan muharebesi yapamayacağını, ancak bir savunma savaşıyla bunun bertaraf edilebileceğini biliyordu. Zira o bir peygamber olsa da, sebeblere riayet edilmesi gerektiğini biliyordu.

Bunun için şehrin etrafına hendekler kazıldı ve düşmanın şehre girmesi engellendi. Şehrin etrafında bulunan düşman ordusu, sürenin uzaması, yemek ve su sıkıntısının baş göstermesi, ordu içindeki insanlarda başlayan sabırsızlık ve rahatsızlıklar sonucunda, Medine’deki müslümanlara bişey yapamadan geri dönmüşlerdi.

Bu savaşta ayrıca, bazı sahabiler düşman saflarında bulunan ve düne kadar dost oldukları bugünkü düşmalarıyla hendekte karşı karşıya konuşma ve diyalog ortamınıda kazanmış ve bu, Mekke Fethi’nde bu kişilerin müslüman olmalarının kolaylaşmasına sebebiyet vermiştir.

Bugünde, cemaate karşı tüm devlet imkanlarını kullanan, cemaati tamamıyle ortadan kaldırmaya çalışan ve bunun için en azılı cemaat düşmanlarıyla ortaklıklar yapan AKP’nin bu saldırısına karşı, cemaatin bugün bir savunma savaşı verdiği kanaatindeyim.

Bu savunma savaşında, hendekler kazıldı mülaane ile ve saflar belirlendi.

Şimdi cemaat kendini savunuyor, içinde bulunduğu dar bir meydanda.

Bu meydanda Zaman Gazetesi ,hem kendi çalışanlarını, hemde elinde kalan en büyük halka ulaşma argümanını korumanın derdinde.

Buna Emre Uslu “ölü taklidi yapma” desede, ben bunun doğru ve yerinde bir karar ve strateji olduğuna inanıyorum.

Bu strateji işe yarar mı yaramaz mı bilemem. Ama sebepler adına yapılması gereken doğru bir adım olarak görüyorum.

Son olarak, ben farklı fikirlerin olduğu bir ortamda gelişme ve tekamülün olacağına inanıyorum.

Emre Uslu bu şekilde düşüyor diye kimsenin, bir linç kampanyası veya saldırya geçmesini doğru bulmuyorum ve asla tasvip etmiyorum.

Fikirlerin çatışmasından hakikatin ortaya çıkacağına ve bununla ancak gelişebileceğimize inanıyorum.

Ve bazı şeyleri kutsama hastalığımızdan kurtulunması gerektiğine inanıyorum.

Haberimizi okuduğunuz için teşekkürler…

Okuduğunuz bu metinler sesi kısılan, nefesi kesilen insanların sesine ses, nefesine nefes verme çabası. Bu çaba, karınca kararınca Nemrut'un ateşine karşı "yerimiz belli olsun" çabası. Bu çaba, 'zalim zulmederken sen ne yaptın?' diye sorulduğunda "dik durdum" deme çabası. Bu çabanın devam etmesini isteyen dostlarımız aşağıdaki ürünü alarak destek verebilirler. Desteğiniz için yürekten teşekkürler.

Bu yayınların devam etmesi için verdiğiniz destek için çok teşekkürler...