AKP’nin “sivil dikta” yönetimine geçişini ilk tespit eden Nuray Mert Davutoğlu sonrasında artık bu aşamayı da geçtiğini artık siyasetin bitip Türkiye’nin totaliter rejime geçtiğini anlattı. AKP için “sivil dikta” yönetimi tanımını yaptığı dönemde yoğun tartışmalara neden olan Mert’in sonunda haklı çıkması Mert’in yeni tespitini özellikle değerli kılıyor.

İşte Mert’in Davutoğlu sonrası Türkiye’nin neden totaliter rejim olarak tanımlanacağını anlatan Cumhuriyet’teki yazısının ilgili bölümü:

Olan biten, ciddi olmasa komik sayılabilir. Ama, zaten totaliter rejim bir nevi gülünç bir tiyatrodur, ecnebilerin ‘farce’ dediği bir tür ‘acayip oyun’ veya ‘garabet’tir. Ünlü siyaset düşünürü Hannah Arendt, totaliter rejimleri benzeri saydığımız ‘çoğunluk rejimi’, ‘tek parti rejimi’, ‘diktatörlük’ ve hatta ‘faşizm’den ayırır. Ona göre, totaliter rejim başka bir ‘safha’dır; bu safhada artık sadece kuvvetler ayrımı, parlamento değil, kurumları ile devlet ve parti de yoktur. Partinin yerini ‘hareket’ alır, söz konusu olan kurumlarıyla devletin ele geçirilmesi değil, çözülmesidir. Sadace ‘hareket’in lideri ve onun harekete geçirdiği kitle vardır. Türkiye siyasetinde, Davutoğlu sonrası’ safha, işte bu istikamette bir gidiştir. Bu açıdan, AK Parti’nin, bir süredir sıradan veya sıradışı bir siyasal parti olmaktan çıkması ve destekçilerinin ‘parti’den değil, artık ‘dava’dan bahsetmesi şaşırtıcı değil. Böylesi rejim arayışlarında, ‘dava’nın bir lideri ve onu koşulsuz destekleyen kitlesi dışında ara mekanizmaları olamaz, Davutoğlu’nun devreden çıkması işte böyle bir gidişatın göstergesidir. Mesele, ‘siyasetin doğasının güç paylaşımına izin vermemesi’ safsatası olamaz, zira siyaset zaten ‘doğa’sı olan bir şey değildir ve esasında ‘siyaset’ dediğimiz insan faaliyeti demokratik olmadığı durumlarda bile, güç paylaşımı ve güçler dengesinden ibarettir. Bu manada, totaliter rejim kurgusu ‘siyaset’in topyekün reddi ile tanımlanabilir. 

Yeni Türkiye davası
Türkiye’de en önemli demokratik dinamiklerden biri olan Kürt siyasetinin de çatışma/ devrim stratejisini seçmek suretiyle, sadece demokratik siyaset değil, toptan ‘siyaset’ alanının dışına çıktığı açıktır. Nihayetinde, Kürt siyaseti de demokratik siyaset atılımını geride bırakarak, kendi ‘liderdava- hareketi’ ekseninde silahlı mücadeleyi seçti. Bu koşullar altında, Erdoğan liderliğinde ‘Yeni Türkiye davası’nın yolu daha da açılmış oldu. Artık söz konusu olan demokratik siyasetin gerileyişi ve hatta çöküşü değil, siyaset zeminin toptan ortadan kalkmasıdır.
Totaliter rejimler tam da bu koşullar altında yükselir ve inşa edilir, nitekim ediliyor. Bu gidişatı bildik siyasal kavramlar, sistemler ile izah etmek boşa kürek çekmektir. Halihazırda, oluşan bu boşluk ‘yerli, milli’ gibi özgünlük tezleri ile giderilmeye çalışılıyor. Yine totaliter rejimler veya rejim arayışları, her zaman bu yollar ile siyaset dışı bir alan kurgularlar. Bence, tam da bu nedenle, Türkiye’de artık bir rejim sorunu vardır ve bu rejim sorunu ile bırakın baş edecek, yüzleşecek siyaset aktörleri mevcut değildir. ‘Yeter, ruhumuz daraldı!’ diyorsanız, en başta dediğim gibi totaliter rejimler aynı zamanda gülünç tiyatrolardır ama bu gülünç tiyatroyu seyrederken en fazla acı acı gülebiliriz.

Haberimizi okuduğunuz için teşekkürler…

Okuduğunuz bu metinler sesi kısılan, nefesi kesilen insanların sesine ses, nefesine nefes verme çabası. Bu çaba, karınca kararınca Nemrut'un ateşine karşı "yerimiz belli olsun" çabası. Bu çaba, 'zalim zulmederken sen ne yaptın?' diye sorulduğunda "dik durdum" deme çabası. Bu çabanın devam etmesini isteyen dostlarımız aşağıdaki ürünü alarak destek verebilirler. Desteğiniz için yürekten teşekkürler.

Bu yayınların devam etmesi için verdiğiniz destek için çok teşekkürler...