Memur bir baba, günde bir kaç koyun alıp satarak para kazanmaya çalışan bir dede, kunduracılık yapan bir amca, 13 baş kocaman bir aile.

Varoşlarda yaşıyorduk. Dedemler amcamlar ve bizim aile aynı evde yaşıyordu. Çok kalabalık olduğumuz için kirada oturduğumuz evin sahibi evden çıkmamızı istemişti. Sonbahar yada yazın sonlarıydı. Babam “tamam” dedi ve biraz süre istedi galiba. Hemen şehrin dışında, bir kaç evin ve bir okulun olduğu yerden bir arsa aldılar, en ucuz olanından, zaten ne yol nede başka bişey vardı oralar da.

Ev yapmaya başladılar. Kış yaklaşıyordu. Ev yapılmış kaba inşaati bitmişti. Evin içinin sıva yapılması gerekiyordu, ancak buna para kalmamıştı. Babam, kum ve çimentoyu almış ustaya verecek paraları kalmamıştı. Önceden bilmediği halde evin içinin sıvasını kendisi yaptı. Dışı briketten ve sıvasız, 2 göz odalı eve, kışın başladığı o günlerde girmiştik.

Ev de ne elektirik var ne de su. Suyu komşumuzdan küplerle getiriyor, aydınlatmayı da gaz lambasıyla hallediyorduk.

2 yıl gaz lambasının ışığında, 1 yıl elektrikle aydınlanan evde yaşayarak ilkokulu bitirmiştim. Devlet Parasız Yatılı Okul sınavlarına katılmış kazanmıştım, ama ailem yollamadı, zira dedem, İmam Hatip Lisesine yollamak istiyordu. Öylede oldu.

Ortaokul 1. sınıfın, 2. veya 3. haftasıydı. Sınıfımızda bir arkadaş, bazı abiler var ders çalıştırıyor gelmek ister misiniz diye sordu. Ben de hemen olur dedim. Bir cuma günü, okul çıkışında bir abi geldi okula, tanıştık ve beraber yaklaşık 4 km uzaklıktaki eve yürüyerek gittik. 2 katlı bir ev, iki katında da öğrenciler kalıyordu. Kimi liseye , kimi de üniversiteye gidiyordu.

Oturduk, çay demlediler. Acayip güzeldi o çay, hala tadı damağımdadır o çayın. Bize derslerimizde yardımcı olacaklarını anlattılar, fen lisesinden bahsettiler oraya gitmenin öneminden bahsettiler.

Hava kararmıştı. Akşam yemeği hazırlamışlardı. Yine kahvaltılık bişeylerdi. İlk defa yumurtalı patatesi o gün yemiştim, ve Van’lı abinin memleketinden getirdiği otlu peyniri. Kendi evinde, 3 yıl sabah kahvaltısında bir parça sana yağı ve bir pide ekmek yemiş benim için, çok mükellef bir kahvaltı sofrasıydı. Evet, pazar günleri babam zeytin alırdı sadece. Ve her birimize 3-4 zeytin düşerdi. Hala zeytini 2-3 ısırmakla yeme alışkanlığım o günlerden kalmadır.

Akşam geç vakitte eve geldik. Dedem, rahmetli ninem, annem, babam herkes kapıya çıkmış bizi bekliyorlar. Yok tabi o zamanlar cep telefonu falan. Dedem hemen sordu, benimle aynı sınıfta olan ve benden bir buçuk yaş büyük amcama ve bana , “nerdeydiniz bu vakte kadar”. Ben de saf saf, sanki normal bişeymiş gibi, “abilere gittik onlardaydık” dedim. Dedem, “kimmiş o abiler” dedi, “dede bize ders çalıştıracaklar, hem beraber namaz da kıldık” demiştim.

Dedem eve geçince yine sorular sordu abiler hakkında, kimler, nerdeler, ne iş yaparlar vs. Bizde bildiğimiz kadar cevapladık ve böylece başlamıştı abilerle olan muhabbetimiz.

Orta 2 ye gidiyordum. Yarı yıl tatili yaklaşmıştı. İmam Hatip Lisesinin orta okul kısmındaydım.

1 sene olmuştu abilerin evlerine gitmeye başlayalı. O zamanlar böyle tarif ederdik gittiğimiz evleri.

Nereye gidiyorsun oğlum diye soran babama ve anneme abilerin evlerine diye cevap verirdik ve bu cevapla bilinirdi nereye gittiğimiz.

Abiler, Amerika’da, hem gezme, hem de kitap okuma programının olduğunu söylemiş ve maddi durumu olanların buraya katılabileceğini söylemişti. Amerika mı, okulun yardım derneğinden aldığı otobüs biletiyle okula gelip giden benim için,  sadece “vaaay ” diye tepki verip geçeceğim bir haberdi bu.

Ama eve geldiğimde anneme anlatmıştım. Abilerin böyle bir şey yaptıklarını ve durumu olanların gideceğini. Annem de, ben üzülmeyeyim diye mi yoksa başka bişeyden mi sen buna gitmezsin, burdakine katılırsın, ama ilerde gidersin demişti.

Sonra abiler yurtdışında açılan okullardan bahsetmeye başladılar. Orta Asya’da açılmaya başlayan okullar. Oralara üniversiteyi bitiren abilerin öğretmen olarak gittikleri ve hicret ettiklerini anlatıyorlardı. Hicret konusu yabancısı olmadığım bir konuydu, ama benim bildiğim hicret konusu Peygamber Efendimizin Mekke’den Medine’ye hicretiydi. Daha fazla bir mana da ifade etmiyordu benim için o zamanlar.

Sonra hicret konusu daha çok konuşulmaya başlandı kendi aramızda. Önemini , nedenini ve gerekliliğini konuşuyorduk arasıra. Ta o günlerden nerden aklıma geldiyse bilmiyorum, bir gün anneme , “anne ben Amerika’ya hicret edecem” dedim. Ortaokul 3. sınıftaydım. Anne,  “bizi bırakıp ta Amerika’ya niye gideceksin” demiş, ben de, “orda açılacak okullarda öğretmen olacam” demiştim.

Annem belkide geçiştirmek için, “iyi tamam gidersin” demiş konuyu kapamıştı.

Bir bayram günü televizyon da Amerika’da yaşayan bir genç ile annesi bir program da ,canlı yayında bayramlaşmış, annesi Amerika’da olan oğlunun sesini duyunca ağlamaya başlamıştı. Annem bana döndü ve, “şimdi sen de Amerika’ya gidince, bende seninle böyle mi bayramlaşacam ? ” diye sormuştu. Ben de, “olmaz mı anne?” demiştim.

Yıllar geçti. Üniversiteyi bitimek üzereyim ama habire uzatıyorum. Kimya bölümünde okuyorum ama kimya haricinde herşeyle ilgileniyorum, zira üniversitede, benden bir sayısalcı değil, bir sözelci olacağının farkına varıyorum. Sistem değişmiş ve bir daha sınava girersem, okuduğum bölüme, ancak Türkiye birincisi olursam girebileceğimi biliyorum. Mecbur okula devam ediyoruz.

Hep hayalim yurtdışında öğretmen olmak. Ve okul bitecek beklentisiyle ve ümidiyle, Güney Afrika’ya öğretmen olarak gideceğimi öğreniyorum. Ama okul bitmiyor. Öbür yıl yine okul bitecek diye bekliyorum, bu sefer Kazakistan’a öğretmen olarak gideceğim haberini alıyorum, yine okul bitmiyor.

Bir arkadaş geliyor uzatmanın 2.yılında, kaldığım yurda. Green karttan bahsediyor. Başvuru işlerininden anladığını ve başvurmak isteyenlere, belli bir ücret karşılığında yardımcı olabileceğini söylüyor. Yaklaşık 30 kişinin başvurusunu yapıyor. Tam uğurlarken, “abi senin de resmini çekeyim, bilgiler var bende, sizin adınıza da başvuru yapayım” diyor.Yurdun beyaz boyalı duvarının önünde ayak üstü resmimi çekiyor. Ve ben o günden sonra green kart hadisesini unutuyorum.

Finaller yaklaşıyor ve bir sene daha uzatmamak adına finallere çalışıyorum. Bir öğlen vakti babam arıyor. Kızgın bir sesle, “senin Amerika ile ne işin var, okulunu bitirsene bu işlerle neden uğraşıyorsun ” diye bir güzel fırça atıyor. Şaşırıyorum, ne Amerika’sı, ne mektubu falan derken, babama “zarfta ne yazıyor” diye soruyorum. Babam “immigration” diyor, Türkçe okunuşuyla, ” tamam baba” diyorum, “bana yarın yollar mısın o zarfı ?” diyerek kapatıyorum telefonu.

Hemen green karta başvuru yapan arkadaşı arıyorum ve durumu anlatıyorum. Arkadaş, “abi size green kart çıkmış haydi hayırlı olsun” diyor.

İşlemler sürüyor , belgeler hazırlıyoruz green kart için. Tabi bu arada okul yine bir dönem daha uzuyor.

İşlemler bitiyor mülakat tarihi veriliyor ve vize görüşmesine gidiyorum.

Bana,niye Amerika’ya gitmek istediğimi soran görevliye, master yapmak istediğimi söylüyorum. Bana maddi olarak yeterli olmadığımı ve bankada 12 bin dolar para , yada Amerika’dan bir sponsor bulmam gerektiğini söylüyor.

Bir esnaf abi, bana 12 bin dolar veriyor ve bankadan yazı alıyorum, yolluyorum Amerikan konsolosluğuna ve beklemeye başlıyoruz. Tabi bu arada okul hala devam ediyor. Sınavlar vizeler derken tek derse kalıyorum. Yıllarca geçemediğim Organik kimya dersinden tek dersteyim ve sınavda, hocaya durumu anlatıyorum, Amerika’ya gitme durumumu, ve yapmak  istediklerimi anlatıyorum. Hoca da insafa geliyor ve dersten geçiriyor ve sonunda okul bitiyor.

Okuldan ilişiğimi 14 şubatta kesiyorum. 3 gün sonra konsolosluktan cevap geliyor ve kabul edildiğimi, green kartı verdiklerini öğreniyorum.

12 martta Amerika’ya yine borç bulunan parayla alınmış uçak bileti cebimde geliyorum.

Ramazan bayramı geliyor ve ben annemle kamera karşısında bayramlaşıyorum. İkimizde yıllarca önce , hani benim orta 3 te iken yaptığımız konuşmayı hatırlıyoruz. Ve hayret ve hüzünle , belki birazda buruk bir mutlulukla o günleri anıyoruz.

Evet, hayat enteresan süprizlere gebe bir süreç. Çocukluğunuzda, o saf halinizle, söylediğiniz bir söz yada bir isteğiniz, yıllar sonra bir yaşanmışlık olarak karşınıza çıkabiliyor.

Bugün yine hicret konusunun konuşulduğu zamanlar. Ve yine yollar ve yeni bir hayatın kapıları önümüzde duruyor.

Hicret etmeyi niyet edenler, yada etmek zorunda kalanlar. Rahat olunuz ve kalbinizi ferah tutunuz, dünyanın her yerinde size evlerini ve gönüllerini açmaya hazır zamanın ensarları, sizi bekliyor.

Siz muhacir olmaya niyet ederseniz, biz ensarlar burdayız. Sizleri bekliyoruz.

Haberimizi okuduğunuz için teşekkürler…

Okuduğunuz bu metinler sesi kısılan, nefesi kesilen insanların sesine ses, nefesine nefes verme çabası. Bu çaba, karınca kararınca Nemrut'un ateşine karşı "yerimiz belli olsun" çabası. Bu çaba, 'zalim zulmederken sen ne yaptın?' diye sorulduğunda "dik durdum" deme çabası. Bu çabanın devam etmesini isteyen dostlarımız aşağıdaki ürünü alarak destek verebilirler. Desteğiniz için yürekten teşekkürler.

Bu yayınların devam etmesi için verdiğiniz destek için çok teşekkürler...