Sabah sabah bizim muhalif gazetelerden bir kaçını okumak bile yaşama sevincini pörsütmeye kâfi. Ekranlarda ve sosyal medyada aynı minvâlde şeylerle karşılaşınca psikolojimiz öfkeyle keder arasına sıkışıyor. Uzun yaz Ramazanında suları kesenlerin istediği de bu zaten!

Sızlanmak acıyı azaltıyordur belki de, ‘Vuran elin kırılsın’ diye öflenmek, “Şunu bile yaptılar, bunu bile yaparlar’ sızlanıp durmanın faydası nedir bilmiyorum. O meşhur sosyal medya fenomeni elemanın, tam da bu cinsten operatör olduğu kanaatindeyim artık, ‘Yaşadıklarınızı boşverin, başınıza bundan daha beteri gelecek; şunu yapacaklar, bunu edecekler!’ ana fikri etrafında dönüp duran kehânetlerin bir bir çıkması tevekkeli değil. Muhalif medyanın genel tutumu da en az o fenomen kişi kadar insanlara bedbinlik, kötümserlik yayıyor. Hal böyleyken saraya bağlı bürokrasinin Can Erzincan TV’yi kapatmaya kalkışması bana pek hesaplı-kitaplı bir proje gibi gelmedi; bu medyaların etkili bir muhalefet geliştirebilme potansiyeli çok sınırlı zaten; politik tavır bakımından kesin inançlı diyebileceğimiz bir zümre tarafından seyrediliyor ve netice itibariyle öfke ve kederden boğulan gönüllere çok çok bir vantilatör efiltisi tesiri yapabiliyor; serin bir bahar rüzgârı, bir akşamüstü ferahlığı değil sadece havayı biraz dalgalandıran ve kederi yaygınlaştıran küçük bir hareketlilik…

Bu medyalar daha etkili ve enerjik bir istikamette yayın yapabilir ama pardon: Bu sunuş tarzı sahici bir alıcı kitlesine hitap ediyor ve müşteriler üründen memnundur. Başka sınırlayıcılar da var, hatta resmen otosansür: ‘Filan konuya hiç girmeyelim, ümmetin aklı karışmasın’, ‘Bu konu itikadı bozabilir, uzak durmakta fayda var’, ‘Durup dururken kırgınlığa vesile olmayalım’, ‘Oo eğer bu nüktelerden bahsedersek sürüde koyun kalmaz; herkes kafasına göre müçtehid takılmaya başlar…’

Meydan gazetesinde İhsan Yılmaz’ın ‘İslam siyaset felsefesi ve fıkhı neden korkutucu?’ başlıklı yazısını okumayanlar bir zahmet ağır ağır, tane tane okuduktan sonra tecdid-i iman etsinler. İhsan Yılmaz bir süreden beri destursuz girdiği bağda yine mahsûlâta zarar verir miyim endişesine kapılmadan çatır çutur yazılar yazıyor.

Diyor ki özetle, “Devleti, imameti, iktidarı ve güçlü olmayı” yani Müslümanların doğrudan ve İslam adına iktidar olması gerektiğine dair şu boyumuzu aşan büyük iddialardan vazgeçelim, daha sade ve duru bir yaklaşım benimseyelim, yani, “İnsanı, makasıdı, onurlu bir kul olmayı, ahlakı, hürriyeti ve insan haklarını, adaleti ve yardımlaşmayı merkezine alan, gerekirse ezilmeyi, yenilmeyi, geri çekilmeyi ve diyar değiştirmeyi ama temel prensiplerden ve ahlaktan taviz vermemeyi öncüleyen bir siyaset felsefesi ve fıkıh.”

Size peşinen bir şey söyleyim: İhsan Yılmaz’ın kışkırtıcı (!) ve her yönüyle tartışılması gereken tezini tartışmanın mümkünü yok fiilen. ‘Nasıl yok yahu; işte yazıyorsunuz” denilebilir karşıdan bakılınca; öyle değil işte. Hiç kimse, neticesinde kesinlikle dinden, ilimden ve cemiyetten tard edileceği bir tartışmanın figürü olmak istemez. Böyle yüksek kalibreli münakaşaları yürütmek ve hayırhah sonuçlara varmak için lazım gelen entelektüel vasat yok. ‘Karşı tarafın İslamcısı’nı ‘Ama siz hırsızlığa fetva verdiniz, devlete karşıyız derken devletin bedenine büründünüz’ diye eleştirmek çok kolay fakat bu zaafiyetin tarihteki köklerine yönelerek önyargısız bir fikir jimnastiği geliştirmek istediğinizde itikad jandarması kapıya dayanıveriyor. Sen kimsin ki bu bağda destursuz dolaşabiliyorsun? Kimi Müslümanlığınızı beğenmez, beriki Türklüğünüzden işkillenip tam teşekküllü hastaneden kan tahlili ister! Bu vasatta fikri tartışma olmaz, nefsî muaraza olur; neticesi de ebterdir.

Onun için biz yine asıl dertlerimizi bırakıp saray bürokrasisisin zulmünü eleştirmeye ve sızlanmaya devam edelim. İhsan Yılmaz’ın tezine gelince, çocuklukla cahillik arası bir kıvamda naif şeylerdir ve acaba müellif, abdestin rükünlerini kemâliyle bilmekte midir ki, ‘Bırakalım bu İslamcılığı, sade müslüman olsak ne devlet’ gibi iri lokmalar gezdirmektedir avurdunda?

Haberimizi okuduğunuz için teşekkürler…

Okuduğunuz bu metinler sesi kısılan, nefesi kesilen insanların sesine ses, nefesine nefes verme çabası. Bu çaba, karınca kararınca Nemrut'un ateşine karşı "yerimiz belli olsun" çabası. Bu çaba, 'zalim zulmederken sen ne yaptın?' diye sorulduğunda "dik durdum" deme çabası. Bu çabanın devam etmesini isteyen dostlarımız aşağıdaki ürünü alarak destek verebilirler. Desteğiniz için yürekten teşekkürler.

Bu yayınların devam etmesi için verdiğiniz destek için çok teşekkürler...