Pek çok dindar arkadaşım var. Hayatını kılı kırk yararak yaşayan, hayatın neredeyse her noktasında büyük titizlik gösteren insanlar. Dini açıdan en ufak şüpheli şeyden uzak durmak gayretiyle, dini yaşayışına küçücük bir halel gelmesin diye uğraşarak yaşıyorlar.
Mesela aralarında öyleleri var ki içeceği bir bardak kahvenin içinde, E-300 bilmem kaç katkı maddesi var mı diye bakıyor; varsa o kahveyi içmiyor. Mesela kimisi, son günlerde gündeme gelen otomatik emeklilik fonlarında, illa ki de faizsiz fonların tercih edilmesini istiyor. Evine götürdüğü helal lokmasına bir kuruş da olsa faiz bulaşsın istemiyor. Kişisel yaşamlarındaki bu hassasiyetlerine yürekten imreniyorum. Onlara saygı duyuyorum.
Eminim bu dostlarımın hepsi boy abdesti alırken de “toplu iğne başı kadar bile” kuru yer kalmamasına azami özen gösteriyorlar. İçinde alkol olabilir diye, bize misafirliğe geldiklerinde avuçlarına bir damla bile kolonya düşmesine müsaade etmiyorlar. Kişisel yaşamlarındaki bu hassasiyetlerine yürekten hayranım. Tekrar ediyorum, onların bu hassas yaşayışını takdirle karşılıyorum.
Ancak kişisel yaşamında damlaya, zerreye, kuruşa özen gösteren; muhatap oldukları şeyin “helal olması” noktasında ciddi dikkat gösteren bu dindar dostlarımı sosyal ve siyasal hayattaki “helallik” noktasında aynı özenin fersah fersah uzağında görüyorum. Örneğin geçen pazar bir referandum oldu. Oy kullanma ve sayım sürecine ilişkin “haklı ya da haksız” kimi itirazlar ve şaibeler dile getiriliyor. Dışarıdan geldiği muhtemel kimi mühürsüz oy pusulası ve zarfların varlığından bahsediliyor.
Tam bu noktada, üç gündür takip ediyorum benim dindar dostlarımdan tek kelime -bırakınız itirazı- yorum bile duyamıyorum. Kendi özel yaşamında iğne ucu kadar kuru yeri hesap eden, tek kuruş faizin evine-sofrasına girmesine karşı teyakkuzda duran bu insanlar, sosyal ve siyasal konularda neden böyle davranıyor olabilir? Madem ki vücudumda iğne ucu kadar yere hassasiyet gösteriyorsun, eline geçen paranın bir kuruşuna, içtiğin suyun bir damlasına dikkat ediyorsun da; kendin de oy kullandığın bir seçimde -bunca gürültüye rağmen- tek bir şüpheli reyin bile varlığına dair şüpheye nasıl kulak vermiyorsun, bu şaibeli duruma nasıl itiraz etmiyorsun? “Eğer biz yeni bir sistem kuracaksak, bunu alnımızın teriyle, anamızın ak sütü gibi helal yoldan kurmalıyız!” niye demiyorsun!
Bu referandum benim, çocuğumun belki de torunumun nasıl bir sistem üzerinde yönetilecek olduğumuzla alakalı değil miydi? Gelecekteki pek çok idari ve yargısal süreçleri etkileyecek olan böyle bir seçimde -gerçi her seçim için böyledir de- ortaya çıkan en ufak bir şüpheye ilk önce, özel yaşamlarında bu denli hassas olan insanların itiraz etmesi gerekmez miydi? “Kul hakkı” diye bir kavramdan haberdar olmadıklarını düşünmüyorum elbette. Ama hak-hukuk-eşitlik-adalet gibi konularda bu ülkenin dindar insanları niçin bu kadar pervasız, ilkesiz ve vurdumduymaz? İşte bunu aklım almıyor.
Elbette bunları aklımın almaması yeni bir hadise değil. Örneğin iki yıl önce bir sansar, 35-40 tane erkek çocuğa cinsel tecavüz uyguluyor; bu haber ve olay, yeri-göğü inletiyor da benim dindar dostlarımın hiçbirinden bu hadiseye yönelik tek bir eleştiri, yorum, kınama gelmiyor! Toplumsal olaylara karşı bu duyarsızlık sadece belli kesimdeki dindarlara has değil üstelik; neredeyse dindarların tamamı böyle. Sonra da “Türkiye’de İslam’ın beli kırılmıştır” dediğimde bana kızıyorlar. Yeryüzündeki hangi insan topluluğu olursa olsun, herhangi sağlam bir temel ilkesi ve ahlaki tutarlılığı olmayan tüm kitlelerin ne omurgası vardır ne de geleceği.
Benim gözlemim şu: Türkiye’deki dindar kesim, tamamen “Siyasal İslam”ın güdümü altında olduğu için dini yaşamayı sadece bireysel noktada ele alıp yorumluyor. Bu nedenle de “vicdan, ahlak, hukuk, haklar vs…” gibi genel ilkeleri içeren pek çok temel ahlaki değere hem yabancı hem de bu değerlerin farkında bile değil. Siyasal İslam’ın peşinde oradan oraya sürüklenen, o hezimetten bu yok oluşa savrulan bu dindar kitleler,  acaba evrensel ahlaki değerleri ne zaman keşfedecek? Bu değerleri keşfedip de bir haksızlık gördüklerinde “bizden mi, onlardan mı?” diye bakmadan haykırabilecek, bir usulsüzlük gördüklerinde “amanın durun; ben böyle bir şaibeyle yaşayacağıma bu işin eziyetini yeni baştan çeker ama yaptığım işe halel getirmem!” demeyi başarabilecek?
Benim düşünceme göre bu topraklarda böyle bir şey hiç bir zaman olmayacak. Romantik hayaller kurmanın, “bahara övgüler düzme”nin hiçbir karşılığı yok bu ülkenin gerçekliğinde. Çünkü bu türden bir ahlaki tutarlılığa sahip olmak için ilk önce içinde bulunulan “ahlaksızlık hali” nin farkına varmak gerekir. Bu farkındalık hali olmadan, kendini-cemaatini-grubunu ve hatta kendi din algısını eleştirel gözle teraziye vurmadan ne güneş doğar, ne de tek bir çiçek açar. Biz de çöllerde işte böyle, nesil nesil üstüne yıkılır da sürünür gideriz, vesselam…
Ahmet Faruk ÖZKAN
21 Nisan 2017
Haberimizi okuduğunuz için teşekkürler…

Okuduğunuz bu metinler sesi kısılan, nefesi kesilen insanların sesine ses, nefesine nefes verme çabası. Bu çaba, karınca kararınca Nemrut'un ateşine karşı "yerimiz belli olsun" çabası. Bu çaba, 'zalim zulmederken sen ne yaptın?' diye sorulduğunda "dik durdum" deme çabası. Bu çabanın devam etmesini isteyen dostlarımız aşağıdaki ürünü alarak destek verebilirler. Desteğiniz için yürekten teşekkürler.

Bu yayınların devam etmesi için verdiğiniz destek için çok teşekkürler...