Bu yazıda değineceğim hususlar hem kanser hastaları hem de kansere karşı korunmak isteyen herkes için geçerlidir. Tıp doktoru veya sağlık uzmanı değilim; ancak bir eğitim uzmanı olarak toplumsal sorunları ele alan yazılar arasına bu konuyu da dahil etmeden edemedim. Kanser vakaları hem Türkiye’de hem de dünyada ciddi bir artış gösteriyor. Öyleki; ben kanser olgusunu artık sadece bir toplumsal sağlık sorunu olarak değil; aynı zamanda bir insanlık sorunu, bir modernite ve kapitalizm sorunu, bir sosyo-psikolojik kayış ve bir eğitim sorunu olarak da görüyorum. Takip eden yazılarda bu konuyu kısmetse daha da açacağım.

Sigara ve kanser ilişkisi tartışmasız bir gerçek olduğu için bu kısmı atlıyorum. Haram oldukları için ağızlarına içki ve domuz koymama noktasında son derece hassas davranan Müslümanların, yine haram olan sigarada ısrar etmeleri zaten anlaşılır bir durum değil… Sigara içmenin psikolojk ve zihinsel bir sorun olduğunu ve manevi zaaflardan beslendiğini ifade ederek geçelim.

Kanserle savaşta en önemli iki husus; doğru diyet tercihi uygulamak ve stresten uzak ve iyileşeceğine dair hep umut dolu yaşamak. Burada elbette duanın yeri; şifa kaynağı Şafi olan Allah’a sığınmanın önemi de unutmamalı. Özellikle baştan sona bir dua olan Fatiha suresinin çok önemli bir şifa kaynağı olduğuna alimlerce işaret edilmiştir. Kimbilir belki de, ‘’bizi doğru yoldan ayırma…’’ derken, hayatımıza yön veren tüm maddi ve manevi vücut dengelerimizin de istikametten ayrılmaması için dua etmiş gibi oluyoruzdur aynı zamanda

Birçok doktor ve modern tıp, koruyucu hekimlik ve alternatif tıp konularını ihmal edip görmezden geliyorlar. Halbuki kanserin bir çok çeşidinden belli diyetler uygulayarak kurtulduklarını söyleyen bir sürü hasta var. Zaten geçenlerde dinlediğim bir videoda, doktorlar arasında ölüm yaşının düşük olduğu, psikologlar da dahil olmak üzere, aralarında sigara, alkol, uyuşturucu bağımlılığı ve birtakım ruhsal sorunlar yaşayanların çoklukla bulunduğu ve bu yüzden de sağlığımızla ilgili tüm hayati kararları tamamen onların görüşüne teslim etmenin çok da akıllıca olmayacağı belirtiliyordu.

Genel olarak, kansere genetik faktörlerden tutun da, stres, çevre şartları, hava kirliliği, tarımsal ilaçlar, temizlik ürünleri, baz istasyonları, GDO’lu ürünler ve benzeri insan üretimi bir çok etken katkıda bulunuyor. Kapitalizm güdümlü ilim ve teknolojinin bugün geldiği nokta açısından bireyin kontrolü dışında kansere neden olan bir çok faktör var. Zaten ilim adamları insanlığın çok eski dönemlerinde kanser diye bir hastalığın olmadığını, bunun günümüz modern toplumlarının sebep olduğu bir hastalık olduğunu ifade ediyorlar. O nedenle de bir süre daha, en azından dünya üzerinde gerçek Kur’an’i bir denge tesis edileceği ana kadar, bu sorunun kontrolü zor; hatta imkansız görünüyor.

İşte tüm vücut-birey dışı etkenler aleyhimize çalışıyorken, kanserden korunabilme veya tedavi adına yapabileceğimiz en temel şeyler yukarıda işaret ettiğim motivasyon, dua, stressiz yaşam, sağlıklı diyet ve zararlı şeylerden kaçınma hususlarına indirgenmiş oluyor.

Burada genel olarak meseleye insanın kendisinin kontrol edebileceği hususlar noktasından bakacağız. Bünye dışı zararlı etkenlerin kontrolü ve ele alınması meselesi başka bir yazının konusu olsun. Biz, günlük yaşantımıza ve bizim kontrolümüze bakan yönleriyle uygun diyet ve sağlıklı yaşam üzerine yoğunlaşalım.

Kanseri vücut içinde tetikleyen şeyler oksijen yetersizliği ve vücut içi dengenin sürekli asit üreten bir diyete zorlanması olarak kategorize edilebilir. Tabiatı gereği vücut içi dengelerimiz biz farkında olmadan bile sürekli olarak zararlı unsurlarla savaşıyorlar. Ancak bizler dengesiz ve sağlıksız beslenme ile vücudumuzu sürekli bir saldırı altında bırakmış ve onu başka dengelerin etkilerine maruz bırakıyoruz.

Burada Fethullah Gülen Hocaefendi’nin yıllar evvel kullandığı bir ifadeyi hatırlıyorum. ‘’Dengeleri, dengeler bozar’’ demişti bir keresinde. Kimya öğrendiğim yıllarda da, sosyolojiye ve psikolojiye dair şeyler okuduğum yıllarda da hep bu sözün gerçerliliğini idrak ettim. Kanser de vücuttaki dengenin başka bir dengeye yenik düşmesi denilebilir. Ama dengenin tekrar eski gücüne kavuşturulması ile kanseri besleyen dengenin önüne geçmek de elbette mümkün. Mevcut tıp, insana sadece hastalıklar üzerinden bir ‘’hasta’’ olarak bakar; onu bir iç dengeler manzumesi olarak okumaz (bu konuyu sonra açalım).

Kanser hücrelerinin oksijensiz ve asitli ortamları sevdikleri söyleniyor. Bundan da önemlisi, tedavi ve korunmaya bakan yönleriyle, bu ikisinin zıddı olan oksijenli ve alkalin (bazik, yani asidin tersi denilebilir) ortamların kanser hücrelerinin sevmediği ortamlar oluşturması. Normalde de vücut dengemiz alkalin (bazik) bir tarzda yaratılmış. Diyetin önemi de zaten burada başlıyor. Hücrelerin oksijen kullanımının artırılıp vücut dengesinin uygun ve bilinçli beslenmeyle bazik dengnin korunması kanserle savaşın veya onu önlemenin temelini oluşturuyor denilebilir. Şimdi bu iki şeyin nasıl başarılabileceğine kısaca bir göz atalım:

Vücuttaki oksijen miktarı yeterli uyku, nefes egzersizleri, stresten ve hava kirliliğinden uzak kalma, uygun diyet tercihi ve benzeri yöntemlerle artırılabilir. Bu konuda uzmanlardan tavsiyeler edinilebilir.

E-Vitamini kan basıncının düzenlenmesini de sağladığından kanser hastalarına tavsiye ediliyor. Unutmayın ki oksijen, hücrelere kan yoluyla taşınıyor. Bu nedenle E vitamini yönünden yüksek besinleri tüketmek önemli. Antioksidan ve vitaminler yönünden zengin, alkalin yiyecekler kategorisindeki birçok sebze (özellikle yeşil sebzeler), meyve ve baharatın yeterince tüketilmesi önemli. Aslında insana ve insan sağlığına dengeler açısından bakılması gerektiği için vücuda zararlı gıdaların terkedilip normal bir insanın günlük ihtiyacı olan her türlü protein ve vitaminin doğal yollarla alınması önem kazanıyor.

Kanserin insan üretimi bir hastalık olduğunu tekrar hatırlatarak devam edelim. Günümüzde, tükettiğimiz birçok gıda artık genetikleriyle oynanmış (GDO’lu) ürünler kategorisinde sayılıyorlar. Bunlara bir de çiftçilikte kullanılan zirai ilaçlar ve kimyasallar da eklenince durum daha da vahim bir hal alıyor. Zaten besin değerinden arındırılmış topraklarda yetişen ürünler, normal değerlerinin çok altında besin değerleri taşıyorlar. Hızlı ve rahat yaşam koşullarında yaşamaya adapte olmuş bizler de, artık daha az miktarda sebze ve meyve tüketiyor; bunların dışında genelde fabrikasyon, hazır ve işlenmiş gıdalar tüketmeyi tercih ediyoruz. Bu gıdalar, içlerindeki maddelerin çoğunluğu itibarıyla vücuda yabancı ve az besin değerli olması yüzünden vücut dengelerimizi olumsuz yönde etkiliyorlar ve organlarımızı yoruyorlar.

Tükettiğimiz çoğu yiyecek;

GDO’lu tohumlardan üretiliyor,

Birçok kimyasala; hatta bazı ülkelerde denetimsizlikten ötürü kalitesiz ve aşırı oranda zirai ilaçlara maruz kalıyor,

Zararlı kimyasallar içiren ambalajlarda satılıyor veya servis ediliyor,

Raf ömürleri uzun olsun diye içlerine bir sürü yapay koruyucu madde ekleniyor,

Görünümleri ve tatları güzel olsun; hatta alışkanlık yapsın diye içlerine farklı farklı kimyasal boyalar, koruyucu maddeler ve tatlandırıcılar katılıyor.

Çipsler, sodalar, mısır şuruplu yiyecekler, çocuklarımızın önüne serdiğimiz birçok gıda, işlenmiş et ve süt ürünleri… Kısaca insanın laboratuvar ve fabrikasyon üretim eli değmiş her türlü gıda…

Tüm bu tarz yiyecekler ölçü kaçırıldığı takdirde vücuddaki doğal (bazik) dengeleri sürekli saldırıya maruz bırakıyorlar ve vücutta aşırı asit üretimini tetikliyorlar. Bunu önlemek içinse mümkün olduğu kadar doğal ve sağlıklı yöntemlerle yetiştirilmiş meyve, sebze ve baharatları tüketmek gerekiyor. Bunların önemli bir kısmı vücudun bir yandan doğal besin ihtiyacını karşılarken diğer yandan da onun bazik doğasını korumasına yardımcı oluyorlar.

Geçenlerde İspanyol çiftçiler hakkında bir video izliyordum. Organik tarım yapanlar çok sıkıntılı günler yaşıyorlar. GDO’lu tohumlar organik tarlalara da musallat olmaya başlamışlar. Amerika’da ve dünyanın diğer tarım ülkelerinde de durum aynı. Artık büyük şirketler sayesinde günümüzde GDO’suz tarım yapmak gittikçe daha da zorlaşıyor.

Yani modern hayat bir yandan nefislerimizi celbederken, diğer yandan da bizi doğal olmayan tükekim ve yaşam şartlarına maruz ve mecbur bırakarak bizleri kanser gibi hastalıkların pençesine atıyor. Hastalanınca da bu sefer modern tıp ve ilaç endüstrisinin ağlarına takılıyoruz.

Bu yazıda resmettiğim insan içi ve dışı faktörler göz önüne alındıklarında; mikro boyutta insan içi dengelere, makro boyutta da onu çevreleyen yaşam koşullarına ait dengelere sürekli bir saldırı olduğu düşünülebilir. Bunun çözümü de insandan başlayıp topluma giden yolda en esaslı reçeteleri sunan Kur’an’i yolun hayatın özüne işlemesi. Zaten o nedenle Peygamberlerin ve onların izinden giden müçtehidlerin yolu kutsaldır; insan ve tabiatın doğasına, dengesine en uygun sistemdir.

Tarihte şeytani, firavuni, süfyani ve yezidi sistemlerin sürekli olarak Peygamberlere ve  onun mirasçısı olan alimlere, genel anlamda da İslam dinine saldırmalarının ardındaki en gizli motivasyon, İslam’ın; bu materyalist, kapitalist, hırs eksenli, egoizma desenli, nefsani ve şeytani düzenlere en büyük ve tek alternatif olması ve o gidişatı düzeltici alternatif denge sunan kapasitesidir. İslam’ın doğası o sistemin doğasına zıttır ve onun tek alternatifidir. Çoğu Müslüman’ın bile farkında olmadığı bu gerçek, o sistemin şeytanlaşmış ruhlarının çok iyi hissettiği bir olgudur.

Bugün Türkiye’de Hizmet Hareketi’nin münafıkça yöntemlerle bitirilmek istenmesinin ardındaki en temel neden de onun; henüz emekleme aşamasında olmasına rağmen, bu Kur’an’i dengeyi yeniden tesis edebilecek en potansiyelli ve dinamik oluşum olması ve kapitalizm çarkının hırs merkezlerine birçoklarının yaptığı gibi biat etmemesi, onların hırslarına aykırı görünen doğasıdır.

Şimdilik burada keselim. Bu vesileyle, başta halen kanserle mücadele eden babam ve diğer tüm masum kanser hastaları için dualarınız istirham ediyorum. Hepimizin başına gelebilecek bu hastalıktan Rabbim hepimizi korusun!

İletişim:

Tüm yazılar için blog: http://akliselim.blogspot.com veya http://www.yeniyon.tv/author/ugur-tezcan/

Twitter: https://twitter.com/ugur_tezcan

Haberimizi okuduğunuz için teşekkürler…

Okuduğunuz bu metinler sesi kısılan, nefesi kesilen insanların sesine ses, nefesine nefes verme çabası. Bu çaba, karınca kararınca Nemrut'un ateşine karşı "yerimiz belli olsun" çabası. Bu çaba, 'zalim zulmederken sen ne yaptın?' diye sorulduğunda "dik durdum" deme çabası. Bu çabanın devam etmesini isteyen dostlarımız aşağıdaki ürünü alarak destek verebilirler. Desteğiniz için yürekten teşekkürler.

Bu yayınların devam etmesi için verdiğiniz destek için çok teşekkürler...