Ümitsizliğin, cehaletin ve erdemsizliğin zifiri karanlığında, bir korku denizinin dalgaları arasında savruluyoruz yalnız başımıza; egomuza tutunmuş bir vaziyette. Hayatımızı korku, endişe ve zaaflarımız yönlendiriyor adeta. Okyanusun derinliklerinde bir balığın karnında tutsak olmuş Yunus (a.s.) gibi, sebeplerin tümden aleyhimize sükût ettiği böyle bir ortamda bile O’na (c.c.) yönelip; ‘Sübhansın ya Rab! Ben nefsime zülmettim’ diyemiyoruz. Oysa diyebilsek; kendimizi tanımış olacak, hiçbir şeye muhtaç olmayana sığınarak bizi kendisine esir eden ihtiyaçlarımızın ve onları kaybetme korkusunun tutsaklığından kurtulmuş olacağız. Ucundan tutunup sımsıkı sarıldığımız egomuzun, o engin ve dalgalı korku denizinde bize yön verebileceğini zannediyor ve kulaç attıkça daha çok yoruluyor, yönümüzü kaybediyor ve enerjimizi tüketiyoruz.

Evet! Korku böyle bir duygudur işte. İnsanların yaptığı para ve şehirler gibidir ürettiğimiz korkular. Önce biz onları yapar şekillendiririz; sonra da onlar bizi… Öyle inanır ve bağlanırız ki onlara zamanla, kölesi oluruz onların: Paranın tutsağı, şehir yaşantısının tutsağı (bitmek tükenmek bilmeyen ihtiyaçlarımızın, israfın, gösterişin, yaşam mücadelesinin) ve korkularımızın tutsağı… Kim bilir belki de bu yüzden Aristo, ‘’kim ki korkularının üstesinden gelir, gerçek olarak özgür olur’’ demiştir.

‘’İnsanoğlunun en eski ve güçlü duygusu korkudur’’ der Amerikalı yazar H.P. Lovecraft. İnsanlık tarihinde ilk cinayeti işleyen Kabil’in, kardeşi Habil’i bir kıskançlık yüzünden öldürdüğü anlatılır hep. Doğrudur bu elbet; onun kestiği kurban kabul edilmemiştir zira. Ancak hiç kimse Kabil’in bu suçu işlerken kıskançlığından ziyade aslında korkularının esiri olmuş olabileceğini  (Allah tarafından kabul görmeme, Adem (a.s.)’ın temsil ettiği peygamberlik bayrağının taşıyıcısı olamama, gücünü koruyamama, dışlanma, yalnız kalma, ötekilenme ve sevilmeme) ve kardeşini o nedenle öldürmüş olabileceğini düşünmez. Belki de Habil’in kendisinden daha üstün, daha beğenilir olmasından korkmuştur Kabil. Shakespeare’in dediği gibi, ‘’zamanla korktuğumuz şeylerden nefret etmeye başlarız.’’ Kıskançlıktan, nefret ve öfkeden daha derin, ve korkunç bir duygudur korku. Köşeye sıkışan bir sincabı bile ölümcül yapabilir. Zaten çoğu kez korktuğu için kıskanmaz yada öfkelenmez mi insan?

Kendini gerçekleyen bir kehanettir korkma duygusu. Montaigne’nin dediği gibi; ‘’acı çekmekten korkan biri zaten korktuğu şeyden dolayı acı çeker’’ hale gelir zamanla. Kabil’e de öyle olmuştur, tüm insanlara da. Şeytan bile korkunun kurbanı olmuştur bence, kibrinden çok.; Adem’in (a.s.) cansız vücudunu ilk gördüğü ve şaşkınlık içinde onun topraktan bedenine ilk dokunduğu andan itibaren hemde. Sadece, kibir yaptı Şeytan denir oysa. Gizler kendini korku diğer duyguların arasında; sinsidir. Kimi zaman öfke, kimi zaman kıskançlık, kimi zaman kin, kimi zaman da kibir olarak çıkar karşımıza.

Korku, insanı ve onun benliğini hergün öldürebilecek güçtedir. Simyacı adlı eserinde Coelho, ‘’korkularına yenilme; yenilirsen, kalbinle konuşamazsın der.’’ Çünkü, kalbiyle hayata bağlanır insan. Ümitlerimiz, duygularımız, hayallerimiz kalbimizden beslenirler hep. Korkularına tutsak olan insan bu melekelerini yitirmeye başlar zamanla. En kötüsü de insandan korkmaktır. Fethullah Gülen Hocaefendi,  ‘’insanlardan korkmak, insanı felç eder, onların eline bakıp onlardan bir şeyler beklemek ise çok defa sükût-u hayal ve ümitsizliğe sebebiyet verir’’ der ve bir de reçete sunar: ‘’Kimseden korkmamanın tek çaresi korkulacak merciden korkmak, hiçbir zaman ümitsizliğe düşmemenin yolu da, her zaman için kuvvetli ve vaadini yerine getirmeye muktedir olana itimat etmekle olur.’’ Tıpkı balığın karnındaki Yunus’un; kuyuya atılan Yusuf’un, Calut’un karşısındaki Davut’un ve Firavun’un karşısında ki Musa’nın durumları gibi.

Peki bu duygu neden verilmiştir insana; kainatta hikmetsiz bir iş bulunmadığına göre? Bediüzzaman Hazretlerinin tesbitiyle; insandaki ‘’havf (korku) damarı hıfz-ı hayat (hayatın korunması) için’’ veilmiştir insana. Ancak o da, havfın fazlasının hayatı azâba çevireceğini ilave etmiştir.

Velhasıl, Allah’ın (c.c.) içimize yerleştirdiği her duygu gibi korku da alsında bizim yararımıza. Ancak nefsinin ve egosunun büyüsüne kapılıp kim olduğunu unutan, Hak’tan kopan insanoğlu bozar kendi kimyasını; ifrat ve tefritler arasında gelgitler yaşamaya başlar. İnsana verilen havf duygusu da böyledir; eksikliği insanı korunmasız bırakacağı gibi, fazlası da onu zaaflarının ve insanların kölesi yapar. Vahşi bir ata benzer korku; onu evcilleştirmeyi başarırsan ona sahip olursun. Tersi de doğrudur tabi bunun. Eğer o seni evcilleştirirse, bu sefer o sana sahip olur.

Öyleyse ne yapmalı insan? İnsanın benliğini zehirleyen korkunun panzehiri cesaret ise eğer; Plato’nun dediği gibi, ‘’cesaret, neyden korkmaman gerektiğini bilmektir.’’ Bir Romalı flozof olan Seneca da, cehalet (bilgisizlik) korkunun sebebidir’’ der. Demek ki tanımalı insan önce korkularını. Bizim literatürümüzle düşünürsek; önce Hakkı bilmeli insan kendini bilmek için. Sonra da onu Hak’tan ve gerçeklikten uzaklaştıran, kalbiyle konuşmasını engelleyen ve duygularını felç eden korkularını tanımalı. ‘’İfade edilemeyen korkular feth edilemezler’’ (Stephen King). İşte bu yüzden önce içinde yüzdüğü korku denizi ile yüzleşmelidir insan; tanımalıdır onu ve o’nun kendisini nasıl aldattığını, hangi hakikat sahilinden alıp gerçekliklerden uzaklaştırdığını bilmelidir.

Tek bir çaresi vardır korkulara hükmetmenin: Hakka dayanıp kendini keşfetmek, kendini bilmektir. Ancak bu sayede kendi olabilir, zulümlerden kurtulabilir ve özgür olur insan ve böylece hakikat denizine açılabilir. Yine Coelho ile bitirelim öyleyse: ‘’Tekne limanda güvendedir. Ama teknenin amacı bu değildir.’’ Kendinizi keşfedin, korkularınızın zincirlerini kırın ve korku denizinizi özgürlük denizine çevirin.

İletişim:

Email: [email protected]

Blog: akliselimblogspot.com

Haberimizi okuduğunuz için teşekkürler…

Okuduğunuz bu metinler sesi kısılan, nefesi kesilen insanların sesine ses, nefesine nefes verme çabası. Bu çaba, karınca kararınca Nemrut'un ateşine karşı "yerimiz belli olsun" çabası. Bu çaba, 'zalim zulmederken sen ne yaptın?' diye sorulduğunda "dik durdum" deme çabası. Bu çabanın devam etmesini isteyen dostlarımız aşağıdaki ürünü alarak destek verebilirler. Desteğiniz için yürekten teşekkürler.

Bu yayınların devam etmesi için verdiğiniz destek için çok teşekkürler...