Ülkede yaşanan sosyal ve siyasal kırılmaların ne denli derin olduğunu geçtiğimiz bayramda daha yakından gördüm. Muhafazakar kesimin hükümete yakın tarafında ne kadar tanıdığım varsa hepsinde aynı endişe vardı: “iktidarı kaybetme endişesi”. İnsan sormadan edemiyor, bunca yıldır savunduğunuz ve yolunda nice çaba harcadığınız her şey bir iktidar için miydi? İktidarda kalmak sizin için niçin bu kadar önemli hale geldi? Üstelik bu uğurda herkesin sizin gibi düşünmesini, sizin gibi tepki vermesini ve hatta sizin gibi nefret refleksi taşımasını istiyorsunuz. Böyle bir şeyin mümkün olabileceğini nasıl düşünebiliyorsunuz?

Bahsettiğim bu muhafazakar kesimin siyasetten başka ilgilendiği başka bir alan yok neredeyse. Bayram ziyaretlerinde konuyu dönüp dolaşıp aynı yere getiriyorlar. Hele akrabalar arası atışmalar, aradaki tüm bağları kopartacak cinsten. Oysa hani bayram dostluk demekti, barış demekti, gönül alma demekti. Bugüne kadar üretebildikleri tüm değerleri bir iktidar uğruna harcayan, bu değerleri görmezden gelen bu kesime artık ne denebilir ki? En ufak itirazı bile sert şekilde eleştiren, karşı koyan; aklını kullanmayan ve kendini siyasilerin söylemlerine kaptırmış bu kitleler bu ülke adına artık hangi güzel şeyi inşa edebilir ki?

Kendi değerlerini hırpaladıkça hırpalayan bu kesimden, ben artık umudumu kestim. İktidara yakın bir vakıfta 35-40 erkek çocuğa cinsel tacizde bulunan adam hakkında tek kelime etmediler. Niçin? Ne bir özür, ne bir özeleştiri… Sizin yüreğiniz bu sessizliği nasıl kaldırdı Allah aşkına! Bari biriniz olsun çıkın deyin ki “Herhangi bir suç sadece o suçu işleyeni bağlar, suç kişiseldir. Bizim hepimizi suçlamayın!” Bunu bile, bu kadarcık bir akil açıklamayı bile yapamadılar. Neden? Çünkü böyle bir açıklama yapsalardı, “cemaat” dedikleri yapıyı toptan suçlama refleksine taban bulamayacaklardı. Bu kadar iğrenç bir hadiseyi sineye çeken, tek kelime edemeyen bir kesimden hangi ahlaki değeri hayata geçirmesini bekleyebiliriz ki?

Evet, bu dönemde belki de defalarca hatırlatmak lazım. “Suç bireyseldir.” Herhangi birinin suçunu sırf onunla aynı düşüncede diye başkasına da ithaf etmek, hiç bir değer ve hukuk sisteminin önerdiği bir şey değildir. Oysa neredeyse üç senedir bu ülkede tam da böyle bir zorbalık yapılıyor. İşler o boyuta geldi ki artık “soykırım” kelimesini kullanmaktan başka ifade biçimi kalmadı.

Dün okudum ki eski bir “Ergenekon hükümlüsü” ikinci bir kalkışmadan bahsediyor. Normal bir ülkede, birisi böyle bir iddia ortaya attığında hukuk mekanizması bu savın gerekçesini sorar kişiye. Adamın burnundan getirir bu sözlerin ne anlama geldiğini, neyin kastedildiğini anlamak için. Söyledikleri az-buz şeyler değil. Ülkede kaos ve iç savaş çıkmasından bahseden birine, bunun nedenleri ve gerekçeleri sorulmaz mı? Bu, alenen halkı kin ve düşmanlığa sevk etmektir. Sonrasında olayın sosyal medyada konuşulan boyutu daha da ürkütücü. “Kafa kesmekten”, “kelle almaktan”, “derisini yüzmekten” ve “cihattan” bahseden binlerce paylaşım. Binlerce nefret ve tahrik söylemleri…

Kendime sormaktan vazgeçtim ama size sorayım: bu ülkenin muhafazakar insanları ne zaman aklını kullanmayı öğrenecek? Ne zaman, meselelere siyasilerin gözünden değil de “akil insan” gözünden bakabilecek? Bu soruya benim cevabım hayli bir zamandır olumsuz; hatta bazen “bu kesimlerde hiçbir zaman olmayacak böyle bir şey!” diyorum.

Peki sizin var mı bu soruya bir cevabınız?

Haberimizi okuduğunuz için teşekkürler…

Okuduğunuz bu metinler sesi kısılan, nefesi kesilen insanların sesine ses, nefesine nefes verme çabası. Bu çaba, karınca kararınca Nemrut'un ateşine karşı "yerimiz belli olsun" çabası. Bu çaba, 'zalim zulmederken sen ne yaptın?' diye sorulduğunda "dik durdum" deme çabası. Bu çabanın devam etmesini isteyen dostlarımız aşağıdaki ürünü alarak destek verebilirler. Desteğiniz için yürekten teşekkürler.

Bu yayınların devam etmesi için verdiğiniz destek için çok teşekkürler...