Ankara’ya saldırılar arttı çünkü AKP Ortadoğu’nun arı kovanına çomak soktu. “Ankara’nın güvenliği Halep’ten, Musul’dan başlar” diye beylik laflar söylerken, PKK’nın ve Esad rejiminin “Rojava’nın ve Şam’ın güvenliği Ankara’dan başlar” diyeceğini akıl etmediklerinden dolayı arttı.

Ankara’ya saldırılar Erdoğan, Şam yönetimini devirmek için Suriye’yi silah deposuna çevirirken, Esad’ın Ankara’yı yangın yerine çevireceğini hesaplayamadığı için arttı.

Daha önemlisi, 40 yıldır terör eylemi yapan PKK’nın, Ankara’nın öngörüsüz politikaları nedeniyle, kazandığı Rojova otonom bölgesinin güvenliğini Ankara’dan başlatma kararı aldığı için saldırılar arttı.

Üzgünüm ama yalın gerçek şu: AKP hükümeti “Fırat’ın batısını kırmızı çizgi” ilan edip, Suriye’nin içine doğru top atışları yaptıkça, PKK’da Ankara’nın doğusunu eylem bölgesi ilan edip araç bombalarıyla saldırıyor.

PKK Ankara’ya saldırarak “Rojova’ya yaptığınız Obüs toplarını engelleme şansımız yok ama Ankara’yı ateş topuna çevirme imkanımız var” diyor. Yalın gerçek bu.

İşin daha korkunç tarafı şu: Ankara’nın şuursuz politikaları PKK’nın Suriye’deki görünen kolu YPG’nin Amerika ile, derin gücü TAK’ın da İran ve Rusya ile hareket etmesini sağladı. Ankara YPG’nin ilerlemesini durdurmak için ABD’ye baskı yaparken, Rusya ve İran Ankara’nın ilerlemesini durdurmak için TAK üzerinden Ankara’ya baskı yapıyor. Ankara’daki saldırılar bunun için arttı. Maalesef, Suriye’de durumlar düzelmeden Ankara’da bombalar patlamaya devam edecek…

Saldırılar neden önlenemiyor?

 Saldırıların önlenememesinin üç ana nedeni var.

Birinci neden: yapısal güvenlik sorunu

AKP hükümeti 2010 yılına kadar “darbe tehlikesi” nedeniyle, 2012 yılından sonra da “paralel tehlike” adı altında TEK PARTİ İKTİDARI kurmak adına Türkiye’nin kurulu güvenlik ve istihbarat yapılanmasını değiştirdi.

2010 yılına kadar birbirinden bağımsız, ve birbiriyle rekabet eden üç karlı istihbarat teşkilatı vardı; MİT, Polise ve Jandarma istihbarat teşkilatı. Bu rekabet zaman zaman siyasi mücadele araçlarının parçası olsa da, konu güvenlik ve terörle mücadeleye geldiğinde çok efektif işlev görmekteydi. Örneğin siyasi hesaplarla çantasında bombayla polis karakoluna saldırı yapmaya gelirken polis istihbaratı tarafından yakalanan PKK militanlarının MİT muhbiri olduğunun ortaya çıktığı bir çok olay vardır.

Birbirinden bağımsız çalışan iki istihbarat teşkilatı olunca, bir kurumun siyasi hesabını diğer kurumun aksiyonu bozuyordu. Böylece terör ve şiddet üzerinden siyasi hesap yapan Ankara veya ucu başka ülkelere bağlı derin yapılar terör üzerinden siyasi hesap yapmayı düşünürken o hesabı bozacak en az iki farklı istihbarat teşkilatını da atlatmaları gerekiyordu.

MİT tırlarının yakalanmasından, Erdoğan’a yönelik suikast girişimlerinin bertaraf edilmesine varıncaya kadar, terörün araç olarak kullanıldığı bir çok kirli ve kanlı siyaset projeleri bu sayede önlenmiştir.

Ancak Hakan Fidan’ın MİT’in başına geçmesiyle birlikte Polis İstihbaratı ve Jandarma istihbaratı, Genelkurmay Elektronik İstihbarat birimleri tamamen Hakan Fidan ve MİT’in kontrolüne devredilmiştir. Böylece Türk istihbarat teşkilatında Turgut Özal’ın getirdiği birbirini dengeleyen yapısal sitem bozulmuştur. Bu da Ankara’yı hem İSTİHBARAT OPERASYONLARINA karşı, hem de doğrudan terör operasyonlarına karşı kırılgan hale getirmiştir.

İkinci neden: Güvenlik Teşkilatında Parti baskısı

AKP tek başına iktidar olup Erdoğan Ak Saray’a taşındıktan sonra rejim değiştirmeye karar vermiş, bunu sağlamak için de devletin tüm kurumlarını parti baskısı altına almıştır. Güvenlik teşkilatları kendilerini ülkeye karşı değil, saraya karşı sorumlu hissetmektedir.

Açık ve net olarak konuşalım: MİT için Saray ve Erdoğan’ın siyasi menfaatini korumak mı daha öncelikli yoksa ülkenin geleceğini korumak mı? Bu sorunun cevabını bizim vermemize gerek yok. Her okur gözüyle gördüğü yalın gerçeğe bakarak bu sorunun cevabını verebilir.

İstihbarat teşkilatları parti teşkilatı gibi çalışmaya başlamıştır. Bu sadece istihbarat önceliğinin, AKP menfaatini korumak için dizayn edilmesiyle sınırlı bir sorun değildir. İstihbarat kadrolarının neredeyse tamamı AKP ve ona yakın vakıfların teşkilatlarından doldurulmuştur. Benim tanıdığım en az 10 MİT’çi bizzat AKP’ye yakın vakıflar sayesinde MİT’e çalışmaya başlamıştır. Polis istihbaratının hali daha da kötü. Bu kadroların önceliği ülkenin korunması değil iktidarın korunmasıdır.

Haliyle bu kadrolar, Ankara Kızılay’da terörist arayacağına, Twitter’de muhalif arama peşine düşmüştür.

Sorun bununla da sınırlı değildir. Terör ve İstihbarat birimlerindeki bölücü ve yıkıcı faaliyetlerde çalışan kadrolar dağıtıldı. İstihbarat birimlerinde “paralel yapıyla mücadele” birimleri oluşturuldu. Kadroların ağırlığı bu birimlerde çalışanlara verildi. Dolayısıyla PKK terör örgütüne bakan kadrolar ya yetersiz, ya da kifayetsiz kadrolardan oluştu.

Ayrıca terör ve istihbarat birimlerimde görevlendirilen yeni kadroların neredeyse tamamı siyasi motivasyonla çalışıyor. Özellikle Ankara, İstanbul ve İzmir, Diyarbakır gibi kritik illerde çalışan bu kadrolar, bir yandan kendi kişisel hesaplarının peşinden, gidip makamlarını bunun için kullanırken, diğer yandan da ideolojik kavgaların hesabını kesmekle uğraşıyorlar. Haliyle terörle mücadele etmeye ne enerjileri, ne vakitleri kalıyor. Zaten yetenekleri de sınırlı olunca Ankara’da arkası arkasına bombaların patlaması kaçınılmaz oluyor…

Üçüncü neden: Çözüm Süreci ve Mülteci Krizinin Etkisi

AKP yönetimi çözüm sürecinde, özellikle sürece zarar vereceğini düşündüğü, istihbarat ve güvenlik personelini pasifize edip görevden aldı. Bunu yaparken elbette önceliği, PKK ile ilişkileri belgelenmesin, işledikleri suç ortaya çıkmasın amacını taşıyordu.

AKP dere geçerken at değiştirince, istihbarat ve güvenlik teşkilatları için olmazsa olmaz olan SÜREKLİLİK kırılmış oldu. Yani yeni gelen istihbaratçının dünden haberi yoktu, dünkü istihbaratçının da yeni gelişmelerle bağı kesildi. Böylece Ankara tam anlamıyla bir kör noktaya çekildi. Geçmiş ile gelecek arasındaki ilişki oldukça keskin ve kısa zamanda kesilince hem istihbaratın kurulu düzeni bozuldu, yani zemberek boşaldı, hem de kadroların siyasi iradeye ve devlete olan güveni sarsıldı.

Örneğin Güneydoğu’da devlet ile çalışan yardımcı istihbarat elemanları, devlet dönüp PKK ile anlaşınca bir anda afalladı. Hatta Güneydoğu’daki terörle mücadele etmiş polis ve askerin listesinin AKP’nin bilgisi ve onayıyla PKK’ya verildiği belirtiliyor. Sırf bu yüzden Güneydoğu’dan ayrılıp, evini başka yerler taşıyan terör ve güvenlik personeli var.   Hatırlayın çözüm süreci devam ederken PKK’lılar elleriyle bulmuş gibi terör ve istihbarat polislerinin evini basıp onları öldürüyordu. PKK o istihbaratı nereden ve kimden alıyordu?

Daha önemlisi şu: Ankara’da AKP ve MİT başkanı Hakan Fidan’ın isteği ve tasarrufuyla istihbarat zincirinin baklaları kopartılırken, PKK mülteci krizini değerlendirip, kendi elemanlarına yeni kimlikler vererek, devlette hiç bir kaydı olmayan yeni teröristleri ülkenin kalbine soktu. Ankara’nın bunu bilmesi ve bulması artık mümkün değil.

Daha önceki patlamadan sonra yaptığım analizde, PKK’nın mülteci politikasını kullanarak Türkiye genelinde en az 1000 militanını güvenlik kayıtlarının dışına çıkarıp, uyuyan hücre yaptığını yazmıştım. İşte bu zaaf zaafların en büyüğü ve maalesef doğrudan Türkiye’nin Suriye politikasının sonucu. Daha kötüsü, PKK’nın 1000 den fazla uyuyan hücresini bulup tespit etmek için fazla araç da yok…

Dördüncü neden veya kuşku:

Ankara yanarken, Türkiye’nin benimsediği güvenlik ve istihbarat stratejisinin İran’ın elini kolaylaştırması, bir tesadüf olabilir mi? Suriye’nin geleceğinin masaya yatırıldığı Cenevre Görüşmelerinin başlamasından bir gün önce Ankara’da patlayan bombayı İran’dan bağımsız mı düşüneceğiz?

GES komutanlığı MİT’e geçtikten sonra Türkiye’nin İran’ı dinleyen radarları sağırlaştırılmıştı. İran istihbaratına karşı koyma birimlerinin köreltildiği konuşuluyor. Bütün bunlar ile Ankara’daki patlamaların birbirinden bağımsız olması düşünülebilir mi?

EMRE USLU

 

Haberimizi okuduğunuz için teşekkürler…

Okuduğunuz bu metinler sesi kısılan, nefesi kesilen insanların sesine ses, nefesine nefes verme çabası. Bu çaba, karınca kararınca Nemrut'un ateşine karşı "yerimiz belli olsun" çabası. Bu çaba, 'zalim zulmederken sen ne yaptın?' diye sorulduğunda "dik durdum" deme çabası. Bu çabanın devam etmesini isteyen dostlarımız aşağıdaki ürünü alarak destek verebilirler. Desteğiniz için yürekten teşekkürler.

Bu yayınların devam etmesi için verdiğiniz destek için çok teşekkürler...